Ocak ayı, Tayland’dayım. Dünya turumun bilmem kaçıncı ülkesi. Çin’de birileri bir şeyler yemiş (pek değerli medya yenenin ne olduğuna henüz karar verememişti) ve bir virüs ortaya çıkmıştı. Herkes hakkında bir şeyler konuşuluyor, virüse yeni isimler konuyor yavaştan da birkaç ülkede gözüküyordu. Yine o sabahlardan birinde uyandım. Telefonumda bir sürü arama. “Virüs Tayland’da da varmış.” Dedim geliyor gelmekte olan. Çin’deki arkadaşımı aradım. “Hocam hemen bir video patlat, krizi fırsata çevir.” Bu cümlenin hala ızdırabını çekerim. Lakin ilk anda herkes gibi bana da “domuz, kuş gribi” familyasından bir hikaye gibi gelmişti. Arkadaş videoyu çekti, video yürüdü. Derken de ben de olay yerinden canlı bildirmeye başladım. Çünkü o gün için Çin’den sonra en fazla vakanın görüldüğü ülke Tayland’dı. En fazla dediğim de 20 vaka falan... Mevzu ilerledi, ben de yavaştan ilerledim. Koronanın hikayesi henüz oluşmamışken ben Malezya’ya doğru devam ettim. Türkiye’de hala her şey yolundaydı. Malezya’da da vakaların görülmesinin ardından “acaba tüm Asya’ya yayılır mı?” korkusuyla yolculuğumu sorgulamaya başladım. Derken ilk ciddi haberi Singapur sınırında aldım. “Giriş – çıkışlar kontrollü, geri dönün.” Haberi aldığım gün pasaportumu da çaldırdım. Akabinde tekrar Malezya’nın başkentine yola çıktım. Pasaportu beklemek için gittiğim Malacca şehrinde durumu günlük yaşamda hissetmeye başlamıştım. Bulunduğum bölge Çinlilerin yaşadığı bir yerdi. Sokaklar boş, dükkanlar çoğu gün açılmıyordu. Daha da kötüsü şehirde Çin’den kaçıp gelmiş onlarca insan vardı. Zihnimde kırmızı renkteki ilk alarm: “Virüs, kaçılan bir şey.”
Türkiye’de korona cephesinde neler olup bittiğine detaylıca ilk defa Malacca’dayken baktım. Bir miktar övgü, birkaç termal kamera ve endişelenmeyen milyonlar... Günler birbirini kovalarken virüs haritası diye bir şey çıktı ortaya. Her gün biraz daha kızarıyor, o kızarıklık bana doğru ilerliyor. Bana geldiği yetmiyormuş gibi aynı kızarıklık Türkiye’ye doğru da devam ediyordu. Çin’de olağanüstü durum. Türkiye’de her çekik gözlü itinayla tartaklanırken ben sadece çekik gözlülerin olduğu coğrafyada nefes alıyordum. Sırasıyla Malezya’daki yerel esnafın televizyonundaki haberlerde korona görülmeye başlandı, maskeli sayısı arttı (Asya’da maske günlük yaşamda da sıkça karşılaşabileceğiniz bir eşya) ve Türkiye’den benimle ilgili endişeli sesler gelmeye başladı. “Bak virüs varmış orada” “Hadi oğlum dön artık, sonra yine gidersin” “Oğlum oradaki herkes Çinli zaten, ölürsün bak”
İşler gitti, para bitti, pasaport geldi. Geziye tekrar başlamak için ucuz bir yere gitmem, çevrimiçi işlerimi toparlamam gerekiyordu. Endonezya’da bir ada seçtim kendime: “Lombok” Turist az, konaklama ucuz ve nispeten izole bir yer. Virüs yayılıyor, ben gezimin sürekliliğinden endişeliyim. Yabancı arkadaşlarla konuşuyoruz. Türkiye’deki gazla ben de övünüyorum: “Bro, bize bir şey olmaz. Bak bizim genler rererö” İngilizcem yetmiyor, biz Türküz deyip geçiştiriyorum olayı. Bütün harita kırmızı, biz çiçek gibiyiz o hengamenin ortasında. Doktor falan çıkıyor. Diyor ki bizim genler... Nasıl hoşuma gidiyor, anlatamam. Ne maske takıyorum, ne kalabalıktan kaçıyorum. Sorana eğitimliyim, bilinçliyim diyorum. İşimize gelene inandık, Türklüğümüze güvendik.
İlk vaka haberi geldi. “Ne yazık ki...” ile başlayan açıklama, haritada kızaran bir memleket ve memleketten uzak bir ben. Malezya’daki Çinliler geldi aklıma. Bunlar bir tek oraya kaçmış olamazdı. Hikaye belli, o üçüne, üçü beşine, beş kişi... Türkiye’de de aynı ilerliyordu. Ne yazık ki dersler alınmamış, gereksiz özgüvenimiz bizi de ateşin içine çekmişti. Ben nispeten izole bir adada dünyayı takip ederken çok daha rahat görebiliyordum. Bizim başımıza gelen, daha önce çokça ülkenin başına gelmişti. Senaryo eksiksiz aynı başlamış ve tabi ki yine eksiksiz, aynı devam şekliyle edecekti. Öyle de oldu. Sayılar arttı. Türkiye’de korona serüveni kötü ilerlerken bende de işler pek iyi gitmiyordu. Endonezya’dan Malezya’ya uçacak oradan tekrar vizemi uzatıp, başka bir Endonezya adasına geçecektim. Lakin “Malezya kapılarını kapattı” haberiyle birlikte plan çöp oldu. Endonezya da sağ olsun vizeleri uzatma konusunda çok eli açık davranmıyor, Türkiye’deki durum krize dönüştükçe mali sıkıntılarım tekrar ortaya çıkıyordu. 2 gün içerisinde Türkiye’ye dönmem gerektiğiyle ilgili kendimi ikna ettim. Adadaki tüm turistler adayı terk ediyor, esnaf dükkanları kapatıyordu. Dün gittiğim seyyar bugün yerinde yok, kafeler mutfağı açmıyor, sadece bira satarak ayakta kalmaya çalışıyordu. Kaldığım odada 5 günlük rezervasyon yaptıran Norveçli de dönünce ülkeye dönme vaktim gelmişti.
Endonezya da kapılarını kapattı. Ülkeler bir bir kapanıyor, Türkiye birçok ülkeden gelen uçakları kabul etmiyordu. Acilen uçak bileti aldım ve Endonezya’nın başkentine yola çıktım. Her an uçak iptal olacak korkusuyla geçen 3-5 gün, eğer burada kalırsam neler yapabilirim düşünceleri içerisinde uçağın kapısına geldim. Jakarta’dan Katar’a, oradan da İstanbul’a uçacaktım. Her şey yolunda gitti. Maskem, ben uçağa bindik. Yanımdaki abla maske, eldiven ve gözlük ile binmiş uçağa. Hırkasının ucu bana değecek diye 9 saat boyunca mücadele verdi. İnsanlar gerçekten bir şeyleri ciddiye almış, Çin’den yola çıkan bu virüs tüm dünyaya yayılmıştı. Doha (Katar) aktarmasında işler biraz daha farklıydı. İstanbul uçağını bekleyenlerin bir kısmında maske yok, eş – dost bir arada sohbet ediyorlardı. Evet dedim, canım ülkeme yaklaşmışım. Uçağa bindik (hayal kırıklıklarımı es geçiyorum) ve 4 saatlik uçuşun ardından havaalanındaydım. Karantinaya alınacak mıyım? Muayene ne kadar sürecek? Havaalanından ilçelere nasıl gideceğiz? Sorularıyla beraber sürüyü takip ettim. Pistler boş, bankoların birçoğu kapanmış ve bizim uçaktakilerden başka yolcu yok. Elime verilen kağıdı gümrükte teslim ettim, çıkış mührümü aldım ve bagajımı almaya ilerledim. Çantamı aldım ve etrafıma baktım. Kimse gelmiyor, soru sormuyor, ateş ölçmüyor ve doktorun yanına götürmüyordu. Evet, hiçbir şey olmadı ve hayatıma devam ettim. Binlerce vakanın cevabını o gün havaalanında aldım.
Karantina sürecini anlatmak için başlattığım videomu “Karantinaya alınmadım” finaliyle bitirdim. Yayınladım videoyu. Sağlık Bakanlığı uygulamanın yanlış olduğunu düşünmüş olacak ki gece yarısı bana ulaştı ve ambulansla evimden aldırdı. Tetkikler yapıldı, kağıt imzalatıldı ve evde karantinam başladı. Neyse, geçmiş olsun canım ülkem. Güzel günlerde görüşmek üzere.