İnsanlık tarihi boyunca ruhsal bozukluklar hemen hemen çoğu toplumda bir hakaret ve küçümseme aracı olarak kullanılmıştır. Ruhsal hastalığı olanların damgalanması ve dışlanması, ruhsal hastalık belirtilerinin anlaşılmaz ve korkutucu olarak görülmesi ile başlamıştır. (Avcil, Bulut, & Hızlı Sayar, 2016) Psikolojik rahatsızlıklar halk sağlığı için oldukça önemli olup dikkat edilmesi ve üzerine düşünülmesi gereken öncelikli bir meseledir.

     Toplumun geneline bakıldığında psikolojik rahatsızlıklar bilinmektedir ama önemli olan bu rahatsızlıkların bilinmesi değil, psikolojik rahatsızlıklara karşı geliştirilen tutum, önyargı ve stigma dediğimiz damgalamadır. Toplumlar incelendiğinde görülmüştür ki insanlar geçmişten günümüze gelen genel yanlış tanımlarla ruhsal hastalıkları nitelendirmektedirler. “Deli”, “akıl hastası”, “anormal”, “kaçık”, “manyak”, “meczup”, “sapık” ve “tımarhanelik” gibi sözcüklerle özdeşleştirilen ruh hastalıkları, yüzyıllardır hakaret ve küçümsemenin yanı sıra dışlama aracı olarak da kullanılmıştır. (MALAS, 2019) Psikolojik hastalıklara karşı geliştirilen damgalama eğilimi damgalanan kişilerin toplumdan dışlanmasına ve hem kendilerinin hem de ailelerinin- yakın çevrelerinin- yaşam kalitesinin düşmesine ve tedavi süreçlerini ciddi bir şekilde olumsuz yönde etkilenmesine sebebiyet vermektedir. Bazı toplumlarda görülmektedir ki psikolojik rahatsızlığı olan bireylere yönelik pozitif tutum sergilenmektedir. Bazı toplumlarda ise ne yazık ki bu bireylere karşı insanlığa sığmayacak boyutta dışlama ve ötekileştirme davranışlarına rastlanmaktadır. Toplumda ruhsal hastalığa sahip bireylere yönelik damgalamaya etki ettiği düşünülen önemli faktörlere bakıldığında; bireysel faktörler, hastalık süreci ile ilişkili faktörler, sosyal çevre ve medya başlıkları adı altında ele almak mümkündür. (Bekiroğlu, 2021)

      “Damgakelime anlamı olarak yara izi, leke, kişiyi işaretleyen bir utanç ve aşağılama işaretini ifade etmektedir. Diğer taraftan stigma, bir kişi veya grup için utanılması gereken bir durumun varlığı veya normal dışılığı ya da herhangi bir özelliği ile diğer bireylerden farklılığı olan ve bu nedenle suçlayıcı, kurban edici yaklaşım ve tutuma maruz kalma durumunu yansıtır. Genel anlamıyla damgalama, bir kişiye veya bir olaya karşı itibarını kaybettirici, gözden düşürücü, aşağılayıcı, hor görücü bir tavır veya negatif bir davranış sergilemektir. Damgalanan kişiye, damgalanma nedeniyle gerçeğe dayanmaksızın, adını kötüye çıkaran utanç verici bir özellik yüklenmektedir. Damgalamanın temelinde olumsuz inançlar ve bunun sonucu olan önyargı yer almaktadır. Bu önyargılı davranışlar beraberinde ayrımcılık ve dışlama davranışlarını getirir. İlk çağlardan bu yana ruhsal bozukluğu olan bireyler damgalama ve ayrımcılığa maruz kalan kesim olmuşlardır. Toplumun ruhsal bozukluklara ilişkin tutumu hastaları ‘tehlikeli’ ve ‘ne zaman ne yapacağı bilinmez kişiler’ olarak algılamalarıyla ilişkilidir. (Avcil, Bulut, & Hızlı Sayar, 2016)

     Toplumda bir ruhsal hastalığa sahip olmak; kişisel bir eksiklik, zayıflık, sapma, düşük zekâ, güvenilmezlik veya yetersizlik belirtisi olarak görülürken, ruhsal hastalığa sahip bireyler ise şiddet ve öngörülemeyen davranışlara sahip birileri olarak görülmektedir. (Bekiroğlu, 2021)  Dünya üzerinde ruhsal hastalıklara yönelik inançlar genellikle olumsuzdur. Bu nedenle birçok hasta hastalığını saklamak çabası içerisindedir. Ne yazık ki bu damgalama ve ötekileştirme davranışları bazı durumlarda hastalıktan daha tehlikeli hale gelebilmektedir. Araştırmalara göre, toplumda ruhsal hastalıklara yönelik yaygın olumsuz inanışlar ve düşünceler şu şekilde sıralanmaktadır: 

- Ruhsal hastalıklar gerçek birer hastalık değildir. 

- Ruh hastaları kurumlarda kilitli tutulmalıdır. 

- Ruh hastası olan birey asla normal yaşamına dönemez.

- Ruh hastaları tehlikelidir.

 - Ruhsal bozukluğu olan birey ve gençler acı çekmezler.

 - İyileşen ruhsal bozukluğu olanlar gerçekten önemli veya sorumlu pozisyonlara uygun olamamaları nedeniyle düşük iş seviyelerinde çalışabilir.

-  Ruhsal bozukluğu olan kişiler kendi hataları nedeniyle hastalanırlar. (Avcil, Bulut, & Hızlı Sayar, 2016)

     İnsanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahip olan ve ilk damgalanan hastalıklardan olan cüzzam, tanrının insana verdiği bir “kötülük” olarak nitelendirilmiştir. On beşinci yüzyılda frengi hastalığına yakalananlar toplum tarafından lanetlenmişlerdir. On sekizinci yüzyılda adı konan tüberküloz, alt sınıfa ait bir hastalık olarak görülmüştür. 1900’lü yıllardan itibaren kanser türlerinin tanınması ve giderek daha fazla sayıda kişinin bu tanıyı alması ile kanser hastalarına karşı önyargılı davranışlarda bulunulmuş, son yirmi yıla kadar kanser hastalarına karşı ayrımcı yaklaşımlar devam etmiştir. 1980’lerde ortaya çıkan ve önceleri homoseksüel hastalığı olarak bilinen AIDS hakkında “Allah’ın günahkârlara verdiği bir ceza” yorumları yapılmıştır. (Avcil, Bulut, & Hızlı Sayar, 2016)

     Yapılan çalışmalar incelendiğinde olumsuz değerlendirmelerin ve ayrımcılığın hastaların özgüvenlerini zedelemekte olduğu gözlenmiştir. Bir çalışmada önyargı ve dışlamanın şizofreni hastalarının iyileşmesini olumsuz yönde etkilediği bildirilmiştir. Bir başka çalışmanın sonuçlarına göre depresyonu olan hastaları damgalama eğiliminin kırsal kesimde kentsel alanda yaşayanlardan daha fazla olduğunu ve depresyonu olan bireylere karşı kırsal kesimde yaşayan halkın tutumlarının genel olarak daha olumsuz ve daha reddedici olduğu saptanmıştır. Bir diğer çalışmada ise psikiyatri polikliniğine başvuran bireyler arasında hem damgalayıcı tutumların hem de damgalanma kaygısının yaygın olduğu ve şizofreni hastalığına yapılan damgalamanın depresyon, anksiyete ve diğer psikiyatrik hastalıklara oranla daha fazla olduğu ortaya konulmuştur. Bipolar bozukluk tanısı almış hastalarla yapılan bir çalışmada ise düşük eğitim seviyeli, düşük gelirli, ilaçlarını düzenli içmeyen, kontrollerine düzenli olarak gelmeyen kadın hastalarda içselleştirilmiş damgalamanın anlamlı olarak yüksek olduğu belirlenmiştir. (Avcil, Bulut, & Hızlı Sayar, 2016)Ülkemizde yapılan bir çalışmada şizofreni hastalarının bipolar hastalara göre kendilerini daha fazla damgaladıkları tespit edilmiştir. (MALAS, 2019) Duygudurum bozukluğu tanısı almış hastalarla yapılan bir çalışmada ise içselleştirilmiş damgalamanın sosyal işlevselliği olumsuz etkilediği belirlenmiştir. (Avcil, Bulut, & Hızlı Sayar, 2016)

     Modernleşen dünyaya ve gelişmekte olan ülkemize baktığımızda ne yazık ki bilgiye erişimin oldukça kolay olmasına rağmen psikolojik rahatsızlıklara karşı olan tutum ve davranışlar empatik davranışlar değildir ve damgalama hâlen devam etmektedir. Bununla nasıl çalışılmalı, nasıl baş edilmelidir? Öncelikli olarak eğitim verilmesi muhakkak şarttır. Eğitimin beraberinde ise damgalanan kişilerle toplumun kaynaştırılması sağlanmalı, temas halinde olmalarına destek verilmeli ve her iki tarafında yararı gözetilerek takipte kalınmalı; etkinlikler düzenlenmelidir. Bunların yanı sıra medya da denetim altına alınmalı ve psikolojik rahatsızlıklara ve bu rahatsızlığa sahip olan bireylere karşı olan tutum ve algı iyileştirilmelidir. Damgalama ile çalışmak ve pozitif tutum geliştirmek elbette ki kolay değildir ve kolay olmamakla birlikte uzun süren, sürebilecek olan bir süreci kapsamaktadır. İşbirliğine dayalı bir şekilde toplumu dâhil ederek bu konuda çalışmak insanlığa oldukça fayda sağlayacaktır. 

 

Kaynakça:

Avcil, C., Bulut, H., & Hızlı Sayar, G. (2016). Psikiyatrik Hastalıklar ve Damgalama. Üsküdar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 175-202.

Bekiroğlu, S. (2021). Ruhsal Hastalığa Sahip Bireylere Yönelik Damgalama: Etkileyen Faktörlere ve Bireyler Üzerindeki Etkilerine Dair Kavramsal Bir Çalışma. Uluslararası Toplum Araştırmaları Dergisi, 597-618.

MALAS, E. M. (2019). Ruhsalk Bozukluklara Karşı Stigma- Derleme. MANAS Sosyal Araştırmalar Dergisi, 1170-1188.