Tarihte iz bırakmış kişilerin birikimleri ile gelişen psikolojide hemen her dönem çocukluk önemle ele alınan bir konu oldu. Peki çocukluğu tarif eden bu isimlerin kendi yaşam öyküleri nasıldı, çocukluklarında neler yaşadılar?
SIGMUND FREUD
İlk olarak psikoloji biliminin gelişmesine katkı sunan Avusturyalı nörobilimci Sigmund Freud’u ele alalım. Freud, 1856 yılının Mayıs ayında Yahudi bir çiftin ilk çocuğu olarak Çekya’nın Pribor kasabasında dünyaya geldi. O dönem Freiberg ismini taşıyan kasabanın çoğunluğu Katolik, azınlığı Protestan ve Yahudi idi. Doğduğunda kendisine Alman dilinde zafer anlamına gelen Sigismund ve dedesi olan Scholomo’nun ismi verilerek bir Yahudi geleneği yaşatıldı. Freud doğduğunda babası Jacob 40, annesi Amalia 20 yaşında idi. İkisi de tüccar olan çift çok geçmeden iki bebek sahibi daha oldu.
Freud’un oyun arkadaşları babasının ilk evliliğinden olma üvey kardeşleri John ve Pauline idi. Aile içindeki herkes çalıştığı için Freud bir dadıya bırakılıyordu. Annesinin tüberküloz tedavisi görmesi ve iki yaşına kadar aile içerisinde yaşadığı kayıplar, Freud açısından terk edilme ve ölüm korkusu doğurdu. 10 yaşına gelmeden Freud’un 6 kardeşi daha oldu. Annesinin ilgisinin doğal olarak azalması ve dadısının bir suça karışması sonucu işten çıkarılması Freud için bir yalnızlık dönemi idi. Kız kardeşi Anna’nın da doğmasıyla kendisini terk edilmiş çocuk olarak gören Freud, erken dönem çocukluk depresyonu geçirdi.
Babası Jacob’un istifası ile aile Almanya Leipzig’e taşındı. Üvey kardeşlerinin de İngiltere’ye gitmesi ile Freud bu dönemi ilerleyen dönemde ‘bütün varlığımı etkileyen önemli bir felaket’ olarak tanımladı. Burada da işleri bir türlü yoluna giremeyen aile Viyana’ya taşındı. Freud, ayrılık sırasında 3,5 yaşındayken seyahate dair bir korkusu olduğunu keşfetti, bu fobi yaşamı boyunca sürdü.
Çocukluğunun sonraki dönemi Viyana’da Yahudi gettosundaki küçük mahallelerde geçen Freud doğduğu yeri özledi. Burada ailesiyle daha fazla zaman geçiren Freud, okumayı öğrendi. Ebeveynleri onu ailenin parlak geleceği olarak görüyor ve değişimi sağlayacağına inanıyordu. Babası ile fazla zaman geçiren Freud, onu otoriter bir karakter olarak görmedi, iki kültür arasında kalması ile varoluşsal krizler yaşadı ve babasına karşı çatışmalı duygular hissetti. Annesinin kendisine duyduğu güven ile de daha fazla sorumluluk hissetmeye başladı. Başarılı bir çocuk görüntüsü ile duygusal ilişkilerden uzak duran bir rol benimsedi. Zaman içinde aile içinde daha fazla sözü geçen Freud, kız kardeşleri üzerinde kontrolcü davrandı ve öğrenim dönemine kadar kendisini ev içinde baskın bir figür olarak yansıttı.
ALFRED ADLER
Bireysel psikolojinin önemli temsilcisi Alfred Adler’in yaşamı, çocuklukta hissedilen ağır travmalara örnek niteliğindedir. Adler, 1870 yılının Şubat ayında Viyana’da 6 çocuklu bir ailenin 3. çocuğu olarak dünyaya geldi. Çocukluğunun büyük kısmını ağabeyinin gölgesinde geçirip çok sayıda hastalığa yakalandı. Ses tellerindeki problemden kaynaklı kekemelik ile birlikte oldukça ürkek, çekingen ve kırılgan bir çocukluk yaşadı. 4 yaşında ölümcül düzeyde hissettiği zatürre ile birlikte annesinin koruması altındaydı. Erkek kardeşi doğduğunda bu durumun değişimini Adler ilerleyen zamanda ‘Kendimi tahttan indirilmiş kral gibi hissettim.’ diye belirtti.
Okul döneminde ders notları oldukça kötü olan Adler için öğretmeninin ailesine tavsiyesi okuldan alınması ve bir ayakkabıcının yanına çırak olarak verilmesiydi. Bu durumda Adler hırslanarak çalıştı sınıfın en iyisi oldu ve tıp eğitimi alma şansı yakaladı.
CARL G. JUNG
Analitik psikolojinin önemli isimlerinden Carl G. Jung, yalnızlık deneyimini bütünüyle hissettiği bir çocukluk geçirdi. 1875 yılında İsviçre’nin Kesswil kentinde doğan Jung dindar bir ailede dünyaya geldi. Bir kız kardeşi olan Jung, oldukça içe dönük, düşüncelerini paylaşmayan bir yapıya sahipti. Gördüğü rüyaları ve kurduğu hayalleri saatlerce düşünen Jung’un ahşap oyuncakları hayali arkadaşlarıydı. Yalnız olduğu zaman tamamen kendi gibi hissettiğini otobiyografisinde anlatan Jung için sevgi kavramı çoğunlukla güvensizlik hisleri uyandırdı.
Lise dönemini farklı bir çevrede okumasının beraberinde arkadaşları ile birtakım problemler yaşayarak disiplin cezaları alan Jung için babasının kendisi hakkındaki endişeli sözleri dönüm noktası oldu. Okul yaşamında başarılı bir şekilde ilerleyen ve kişiliğinin farklı yönlerini keşfetmeye başlayan Jung, çocukluğundan beri merak ettiği konular çerçevesinde tıp alanını seçti ve psikiyatride karar kıldı.
KAREN HORNEY
Ego psikolojisinin ekol ismi olan Karen Horney dönemin iklimine de bağlı olarak kültürel etkileri çocukluğunda yoğun şekilde hissetti. 1885 yılında Almanya’nın Hamburg kentinde dünyaya gelen Horney’in annesi Hollanda kökenli bir Alman vatandaşı, babası da Norveçli bir gemi kaptanıydı. Dindar, katı ve sert mizaçlı olan babası erkek egemen düşüncesi ile karşılaştığı farklı kültürleri, annesi de mutsuz bir evlilik geçirdiğini Horney’e anlatırdı.
Ebeveynleri, ağabeyini ayrı tutup Horney’in zekası ve görünüşünü küçümserdi. Değersizlik, aşağılık, düşmanlık duyguları ortaya çıkan Horney’in temelde yaşadığı sevgisizlik ileride anksiyete kuramına zemin oluşturuyordu. Öğrenim yaşamında babasının engellemelerine rağmen annesinin desteği ile tıp eğitimi alarak alanda ilerledi.
CARL ROGERS
Birey merkezli terapinin kurucusu olan Carl Rogers şüphesiz psikolojiye farklı bir boyut kazandırdı. 1902 yılında 6 çocuklu bir ailenin 4. çocuğu olarak dünyaya geldi. Dindar ve kontrolcü bir ailede büyüdüğünü ifade eden Rogers; çekingen, hassas ve kardeşleri tarafından alay konusu bir çocuktu. Küçük yaşta evinin diğer evlerden farklı olduğunu, ebeveynlerinin farklı insanlara şüpheyle yaklaştığını açıklayan Rogers ‘İlk kola şişemi açtığımda içimden hafif bir günahkarlık duygusu geçti.’ dedi.
Ailesinde sıcaklık bulamayan ve yalnızlaşan Rogers için kitaplar önemli bir yerdeydi. Ergenlik döneminde aile çiftliğinde beceriler kazanan Rogers, kariyerinde bilinçli tercihler yapmak yerine ilgi duyduğu alanlarda ilerlemeyi tercih etti. Üniversite döneminde teoloji eğitimi aldıktan sonra psikolojiye geçiş yaparak bu alanda kendini keşfetti.
VIKTOR E. FRANKL
Varoluşçu terapinin öncülerinden Viktor E. Frankl’ın yaşamında bıraktığı derin anlam çocukluğunun izlerini taşıyordu. 1905 yılında Viyana’da Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Frankl, geçim zorlukları nedeni ile tıp eğitimine son veren babasının arzusunu gerçekleştirmek istedi. İlkokul yıllarındaki araştırmaları ve sorduğu sorular onun bu alanda başarı ile ilerleyeceği izlenimi veriyordu.
Hayatın anlamına dair sorgulamaları toplama kampında yaşadığı olaylardan önce çocukluk yıllarına dayandı. 4 yaşlarında uyumak üzere iken ölümü düşünmesi ancak duyduğu korkunun yaşamda bıraktıklarının yok olup olmayacağı üzerine olması, okul yıllarındaki felsefe dersleri ve intihar edecek bir arkadaşının elinde gördüğü Nietzsche kitabı, dünya görüşü ile varoluş arasında bir anlam oluşturma sonucunu doğurdu.
Görüldüğü üzere psikolojinin önemli isimlerinin çocuklukları hiç kolay geçmemişti ve ileride ortaya koyacakları kuramlarda şüphesiz çocukluk izleri hakimdi. Karşılaştıkları durumlar belki onların çocukluklarını sağlıklı şekilde geçirmelerine sebep olmasa da hayalleri, mücadele ve azimleri; başarmaları, kendilerini gerçekleştirmeleri ve tarihte iz bırakmaları sonucunu doğurdu.
“Hayatta birçok kötü olayla karşılaşmış güçsüz çocukların hayal gücü üstün düzeydedir; böylesi çocuklar, düş kurup dururlar hep…” – Alfred Adler
KAYNAKLAR
Akova, H. Psikanalizin Babası Freud.
Aydın, T. (2017). Carl Rogers Kimdir?
Beyinsizler. (2020). Alfred Adler Kimdir?
Biyografi. Alfred Adler Biyografisi.
Canbazoğlu, H. (2019). Carl Gustav Jung Biyografisi.
Kavut, S. (2018). Karen Horney ve Nevrotik Kişilik Üzerine bir Araştırma: Blue Jasmine Örneği. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 11(55), 513-524.
Leblebi Tozu. (2017). Carl Gustav Jung Eserleri ve Hayatı.
Leblebi Tozu. (2021). İnsanın Anlam Arayışı: Viktor Frankl Kimdir?