Toplumların davranış örüntülerinin hayali bir krokisi çıkartılsa önümüze; merkezde, gözlerin çevrildiği bir simge yer alacaktır. Bunu bir put olarak betimlemek mümkün olmasa da, bu ''aygıtın'' etrafını çevreleyen bireyler vardır. Baktıkları bu aygıtın bütününü inanışlar, değerler, beğeniler, kabul görülenler olarak çeşitlendirmek mümkündür çünkü o, her ne ise soyut anlamda sürekli değişeni, yerine yenisi konulanı ifade etmektedir. Dolayısıyla merkezde yer alan şeyde, her birey kendinden bir şeylerin de parçası olduğuna inanmaktadır. Fakat birey bu değişimin içerisinde sandığı kadar etkin bir rolde midir?
Toplumu, o toplumu oluşturan bireylerin öteki ile olan ilişkisini makro düzeyde sosyoloji bilimi ele almakta, incelemektedir. Bu incelemeyi daraltan, özelleştiren yani mikro bir düzeyde anlamaya çalışan ise psikoloji bilimidir. Bireyin davranış biçimini, değer yargılarını, inanışlarını, duygularını yani bireyin heybesinde yer alan bu zenginlikleri oluşturan tek başına bireyin kendisi değildir; bu zenginliği kuvvetlendiren bir toplum olgusunu göz ardı etmek mümkün değildir. Bu sebeple, toplum ve birey devamlı bir etkileşim içerisindedir. Peki büyük bir etki alanına sahip olan toplum, toplum davranışlarını etkileyen kültür, aslında en derinde yer alan bireyin ona ait olduğunu düşündüğü arzularını da etkilemekte midir? Arzunun temelini ne oluşturmaktadır? Bu cevapları felsefe ve psikanalizin ortak bir paydada buluştuğu bir yerden aramak bize neleri getirecektir?
Mimesis Kavramının Doğuşu
Mimesis, kökünü Antik Yunan' dan alan taklit sanatı, taklidin sanatı olarak ifade edilmektedir. Fakat özellikle dönemin önde gelen ressamları (Zeuxis ve Parrhasius) aracılığıyla mimesis kavramının neyi ifade ettiği hakkında görüş ayrılıkları da ortaya çıkmıştır. Zeuxis ve Parrhasius arasında yapılan kimin daha gerçeğe yakın bir tasvir yapacağı ile ilgili bir yarışma kapsamında gündeme gelen bu kavram; Zeuxis doğadan bir referans alarak (üzüm) çalışmasını resmederken Parrhasius ise sadece insan algısının etkilenebileceği bir düzlemde bir nesneyi (perde) referans alarak resmetmiştir. Yarışmanın sonucunda ise mimesis kavramının iki boyutu ortaya çıkmıştır: Mimesis, doğanın temsilinde bir tasvir olarak algılanırken, insani boyutta ise bir aldatma sanatı haline dönüşmüştür. Temelinde bu sanatı şekillendiren bir yapı pek tabii mevcuttur. Önce, taklidi gerçekleştirebilmek için bir referans nesnesine sahip olmak, daha sonra bu referansın tekrar üretimi için de bir araç kullanmak ve sonucunda ise alınan referans doğrultusunda bir taklit unsurunun ortaya çıkmasıdır. Yani ''gerçeği yeniden yaratmaktır'' (İşcen, 2020: 119-120).
Mimesis' in insani boyuttaki ifadesi günümüzde sanattan ayrışarak, bir bakıma gerçeğin ne olduğu, bireylere toplum tarafından ve/veya toplum bireylerinin bir yansıması olarak, sanal ortamda gösterilenler üzerinden yaratılan gerçeğin, kimin gerçeği olduğu yönünde sorgulamalara itmektedir. Bu, arzu boyutuna indirgendiğinde ise bireyin kendi iradesi kapsamında mı bir nesneyi/ötekiyi arzuladığı ve bu doğrultuda ona ulaşmaya çalıştığı, yoksa toplumun sahip olduklarını (maddi ve manevi tüm değerler) kendi içinde barındıran kültür olgusunun da destekleyerek yarattığı bir gerçeklik zemininde mi üretildiği soruları zihinde yankı bulmaktadır. Psikanaliz bunun ipuçlarını aslında çok önceden vermiştir.
Mimetik Arzu – Bakışlarım, Ötekinin İşaret Ettiği Yerdedir
Psikanaliz, bireyin ilgileri, beğenileri, değerleri gibi ona ait olduğunu düşündüğü bu özelliklerinin ötekinden yansıyan, ötekinin kırıntılarının bulunduğu bir kendilikten bahsedilebileceğini ifade eder. Yani bireyde, ötekinin izleri mutlaka varlık göstermektedir (Ahıska, 2013). Ben ve öteki karşılaşmasının ve etkileşiminin bir ayrılmazlığı ifade ettiği, ben diye adlandırılan, ben' e ait olan her şeyin, ki buna derinde yer alan arzular dahil ötekinin radarından çıkamayan bir yapı olarak, filozof ve düşünür Rene Girard' ın geliştirdiği arzu teorisinde de desteklenmektedir. Bostan (2019)' a göre, Girard mimesis' i bireyin temel davranışlarından biri olarak ifade ettiği öykünme davranışı ile ilişkilendirmiştir ve bireyin arzusunu da bu eksende ele almıştır. Dolayısıyla bireyin arzusunun saf bir kendine ait arzu şeklinde değil, ötekinin arzuladığını arzulamak şeklinde tanımlamıştır. Yine mimetik arzuyu besleyenin ise kültür olduğunu, bu sebeple de aslında herkese hitap eden özelliği ile arzu nesnelerinin bireyin zihninde bilinçli olarak arzulanıp arzulanmadığı noktasında farkındalığın oluşmadığı yönündedir (Şiray, 2008).
Sanal ortam, özellikle sosyal medya mimetik arzunun ivme kazanmasında önemli bir araçtır. Herkes hem arzulayan ''ben'', hem de arzu duyulan ''ötekidir''. O halde, bireyin kendinden var ettiği arzusu onun arzusu mudur? Bunu düşünmek için güzel bir başlangıç.
Kaynak:
Ahıska, M. (2013). Nergis Facebook' ta: Yeni Kendilik Temsilleri ve Narsisizm. Narsisizm içinde, 141-152: Bağlam Yayınları.
Bostan, D. (2019). Başkalarının aşkı: Hangi kadın filminde mimetik arzu. Türkiye İletişim Araştırmaları Dergisi , (34) , 275-279.
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/910092
İşcen, M. D. (2020). Platon' un sanatçıları ve zanaatkarları: Mimesis üzerine bir inceleme. Journal of Arts , 3 (2) , 117-128.
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1121897
Şiray, M. (2008). Rene Gigard' da ''şiddet'' kavramı üzerine. Cogito, (55), 58-70.