Gülseren Budayıcıoğlu'nun kitabından uyarlanan “Masumlar Apartmanı” dizisi hakkında bugüne kadar çokça yazıldı, çizildi, söylendi, karakter analizleri yapıldı; bazıları tarafından eleştirildi, bazı kesimlerdense beğeni topladı. Biz ise bugün burda, hepimizin az çok aşina olduğu bu diziyi referans alarak, hem dizinin bizce psikolojik değerlendirmesine değinip hem de gerçek hayatlarımıza bir geçiş yapmayı temenni ediyoruz.

     Belki de; bir program, bir kitap, bir insan, bir yazı, bir söz vesilesi ile bazı farkındalıklar edinebilirsek hayatı kolaylaştırmak için bir adım atmış oluruz. Bize açılan kapılarda değil, kapıların bize açtığı yollarda konaklarız. Bize şifa olacak farkındalıklara kavuşmamıza izlediğimiz bir dizi vesile olacaksa ne hoş. Buna okuduğumuz bir yazı, bir cümle, bir kelime vesile olacaksa ne mutlu. Bizi içimize döndüren her kapı için, bize şifa veren her başlangıç için hayata ve Sahibine sonsuz teşekkürler...

 

SAFİYE

     Masumlar Apartmanı’ndaki göze batan birkaç karakteri ele alacak olursak; Safiye karakterinden başlamak gerekir sanıyorum. Bariz bir OKB (Obsesif Kompulsif Bozukluk) davranışı gözlemleyebiliriz Safiye’de. Geçmişte annesinden aldığı ağır mirası sırtlanan bir kız çocuğu, hayallerini obsesif düşüncelerle yer değiştirmiştir. Bununla birlikte hissettiği negatif duyguların etkisiyle, sırtındaki bu ağır yükü aile bireyleriyle de paylaşmak istiyor. Bu düşüncelerle baş etmekte zorlandığı için kendine kestiği fatura ise kompulsiyon olarak adlandırdığımız tekrar eden davranışlar. Bunun temeline indiğimizde ise cinsel utanma ve uyumsuz şemalardan kaynaklanan bir problem olduğunu görüyoruz. (Angın & Kızılgeçit, 2020) 

     Kadın bedenine sahip olduğunu fark ettiği ilk çocukluk deneyimlerinde annesinin göstermiş olduğu tepkilerin travmaya sebep olduğu bilgisini dizide verilen bazı sahnelerden ediniyoruz; Safiye annesine regl olduğunu ilk söylediğinde, annesi Safiye’ye onu utandıran ve kötü hissettiren söylemlerde bulunur. Bunu yaptığı sırada da anne karakteri fasulye ayıklıyordur. Bu ve bunu destekleyen benzer davranışlarla birlikte Safiye kadın kimliğini ve cinselliği; utanılması ve saklanması gereken pis veya kötü bir şey olarak algılamaya başlar. 

     Böylelikle bu evin kadınları için “kadın olmak” saklanması, hatta cezalandırılması gereken bastırılmış bir kimlik olarak karşımıza çıktığını görüyoruz. Bu da çarpık bir inanç ve ahlak anlayışına neden oluyor (Angın & Kızılgeçit, 2020). Bu cinsel utanma ne kadar temizlenirse temizlensin hiçbir zaman istenilen mükemmellikte olmamaya ve asla temizlenmeyen bir kimlik haline dönüşüyor ve bu huzursuzlukla daha fazla temizleme davranışı peyda oluyor. 

     Nitekim dizinin ilk bölümlerinde gösterilen fasulyeyi defalarca yıkama sahneleri de Safiyenin çocukluk deneyimlerinin yetişkinliğini nasıl etkilediğinin ipuçlarını veriyor. Böylece Safiye karakteri annesinin davranış ve sözlerini içselleştirerek kendine bir kimlik inşa ediyor. 

     Annesinin ölümünden sonra ise evde annesinin rolünü üstlenerek onun odasında kalıyor, onun kıyafetlerini giyiyor ve onun gibi davranıyor. Bazı sahnelerde ise vefat eden annesiyle olan diyalogları yer alıyor. Bunlar aslında Safiye’nin içsesleri. 

     Tıpkı bizlerin de her gün aklımızdan geçen düşünceler gibi. Sahi, hiç dikkat ettik mi bunları bize kim fısıldıyor?

“Çocukken suistimal edilen her yetişkinin içinde küçük bir çocuğun anne babasının davranışına karşı gelmeye cüret ettiğinde onlar tarafından cezalandırılmaktan duyduğu korku yatar.” Alice Miller

 

GÜLBEN

     Gülben ise daha çok kaygı temelli davranış problemleri yaşıyor diyebiliriz. Başlangıçta OKB  davranışları gözlense de bu, aslında Safiye’ye uyum sağlama ile gelen bir davranış örüntüsü olarak da değerlendirilebilir. Bunun ipuçlarını ise ilgi duyduğu kişi olan Esat evlerine geldiğinde daha önceden uyguladığı davranışları sürdürmemesinden OKB’den daha farklı bir sorun olduğunu anlıyoruz.

     Gülben'in en temelde yaşadığı probleme kaygı bozukluklarından biri olan sosyal anksiyete bozukluğu, yani bir diğer tabirle sosyal fobi denebilir. Sosyal fobi; kişinin utanç duyacağı ya da komik bir duruma düşeceği şekilde davranma endişesiyle, topluluk ortamlarından sürekli korkma ve buralardan olabildiğince kaçınma  halidir (Dilbaz,1997).

     Topluma adaptasyonda zorlanması, dışarı tek başına çıkamaması gibi problemler ve dışarı çıktığı sahnelerde yaşadığı zorluklar, yere düşüp kriz geçirme sahneleri buna işaret ediyor. Aynı zamanda literatürde Enürezis diye adlandırdığımız altına kaçırma problemi de yaşıyor. Bu alt ıslatma durumu adeta tüm baskıcı kurallara ve eleştirel ebeveyne karşı bir itaatsizlik tutumu olarak değerlendirilebilir. Böylelikle bedenin asla yalan söylemediğine (Miller,2004) bir kez daha şahit oluyoruz. 

“Beden böylesi bir muameleye isyan eder, ancak onun konuştuğu dil, hastalık dilidir... zoraki sevginin çok büyük bir zarar verebileceği gerçeğinin genel olarak farkına varılması şarttır.” der Miller.

 

     Alt ıslatma problemi tamamen bu sebebe bagli olmama ihtimali ile birlikte, bazı çalışmalarda anne(bakım veren) ile kurulan bağdaki sorunlarla ilişkilendilebilen bir problem olarak yer almıştır. Alt ıslatma problemi ise anne ile kurulan bağdaki sorunla ilişkilendirilebilen bir problemdir. Aile içi problemlerde kaygı ile baş etmede savunma mekanizması olarak Enürezisle karşılaşabiliriz (Bodur & Soysal, 2005). Safiye ise evde anne öldükten sonra bu rolü devralan kişidir. 

     Bu kirli çarşafları atamama durumu ise kardeşlerin genelinde görülen bir Dispozofobi yani kompulsif biriktirme davranışıdır. Dispozofobi, travmaların getirdiği anksiyete ile baş etmede bir savunma mekanizmasıdır diyebiliriz (Bayar & Yavuz, 2008).

 

NERİMAN

     Var olmakta zorlandığı bu evde astım hastası evin en küçük üyesidir. Neriman için kendi varlığını göstermenin yolu hasta olarak fark edilmek. Kendine zarar verme davranışı ise karşı cinsle temasa geçtikten sonra olduğunu görüyoruz dizide. Bu da bilinçdışında kendini cezalandırma olarak karşımıza çıkıyor. Kendine zarar verme davranışı anksiyete bozukluğunda ve histrionik kişilik bozukluğunda da karşımıza çıkar (Çelik & Hocaoğlu,2007).

Verdiği zararlarsa vücudunun görünen kısımlarında sanki yine farkedilmek istercesine.

 

HAN

     Han evin erkek kardeşi ve evdekiler tarafından evin erkeği olarak nitelendirilen kişi. Han’da ise toplumda istifçilik olarak adlandırılan kompulsif biriktirme yani dispozofobi ve ampirik olarak olmasa da öfke disregülasyonu / öfke bozukluğu (Eckhardt & Deffenbacher,1995) semptomları gözlemleyebiliyoruz. 

     Çocukluk yıllarında annesinin en sevdiği oyuncak olan kurşun askerini çöpe atmasıyla, kaybettiği oyuncağı çöpte araması, ondan zorla alınanın peşini bırakmaması ve kaybettiğini çöpte bulması durumu; ona yetişkinliğinde de aradığını çöpte bulacağını söyleyen bir iç ses haline gelmiştir. 

     Aynı zamanda evdeki davranışlardan ayrışma isteğiyle birlikte temizlik obsesyonu olan bir evin üyesi olarak çöp karıştırmak, istiflemek, Han’ın  baskıcı, otoriter ebeveynine karşı başkaldırısı olarak değerlendirilebilir. Odasındaki atlı karınca da iç dünyasında koşup gitmek isteyen tayların nasıl da yerinde saydığının sembolü sanki.

     Carl Jung’un dediği gibi; “Hastalıklarımızın sebebi sırlarımızdır. Her çeşit zorluk ve dengesizlik de hastalık olarak nitelendirilebilir. Tüm hastalıklarımızın kökeninde henüz yüzleşemediğimiz, anlayamadığımız, ortaya çıkaramadığımız ve üstesinden gelemediğimiz sırlarımız yatar.” 

 

İNCİ

     Alkol bağımlısı partnerinden babasına benzediğini ve artık ona iyi gelmediğini fark ettiği için ayrılıyor. Fakat gel gelelim Han ile İnci’nin tanıştığı ve yakınlaştığı ilk yere: bir hastane.. 

     İnci ‘iyileştirme ve onarma’ içgüdüsü ile kendini farklı bir şekilde fakat yine sorunlu bir ilişkinin içinde buluyor. Yardıma ihtiyacı olan Han’a “iyi gelmek” her ne kadar sorunlu bir aile olduğunu daha apartmana ilk taşındıkları gün sezse de, Han’a bağlanmasında önemli bir rol oynuyor. İnci bir sorundan kaçıyor ama aslında yine onarılmaya ihtiyacı olan başka birini seçiyor.

 

BABA

     Gelelim ailenin genel öyküsüne; aşık olarak evlendiği eski eşini ve oğlunu bir trafik kazasında kaybetmiş depresif ve pasif bir baba karakteri. Ailesinin “yeni bir evlilik iyi gelecek” düşüncesiyle aslında istemediği bir evlilik yapıyor. (Hikayenin en temelinden görüyoruz ki kadınlar erkeklerin rehabilitasyon merkezi değildir..) Çocukların annesi Hasibe’nin de kendi ailesinden aldığı bazı özellikler var tabiki. Bunun yanında bu sevgisiz ve ilgisiz ilişkiyle birlikte mutsuz bir kadın haline geliyor Hasibe. Belki sevilirim umuduyla hep erkek çocuk doğurmak istiyor. Fakat erkek çocuk doğurmuş olsa da yine istediği sonucu alamamış olmanın hayal kırıklığıyla hırçınlığı devam ediyor. Baba ise çocukları ve ailesiyle sağlıklı bir bağ kuramamış bedenen var fakat duygusal olarak yok hükmünde. Aralarındaki bağ öyle hasarlıdır ki, çocuklar babalarından bahsederken iyelik ekini kullanmaktan dahi kaçınıyorlar. Babam yerine ‘baba’ demeyi tercih ediyorlar. 

“Kabullenme özgürlüğümüz olmayan her duygu dışarıya akamayan bir irin gibi bedenimizi ve ruhumuzu ele geçirir. İçimize hapsettiğimiz her duygu aynı zamanda içimizi hapseder.

     Üzerini örttüğümüz her şeyin altında kalırız çünkü. Eksik olduğumuzu ararız, hem de eksik bırakandan ya da ona benzeyenden. Noksanımızı, bizi zaten noksan bırakandan dileniriz bir ömür boyu.” Cem Mumcu

     Özetlemek gerekirse; depresif kocasından sevgi ve ilgi göremeyen mutsuz bir anne figürü, annenin kadın olarak kendini yetersiz olduğunu düşünmesi, kız çocuk istememesi, kızlarına sevgi ve şefkat göstermemesi, kızların kadınlığını baskılaması ve devamında çeşitli nevrotik bozukluklarla kuşaklar arası geçiş yapıyor ve dizideki karakterlerle karşımıza çıkıyor. Çocukluk çağı deneyimleri ve genetik aktarımlar psikolojik rahatsızlıkların temelini oluşturur. Dizide de bunun yansımalarını görmekteyiz.

     Peki dizi-film izlerken tek sahnede, insanların şu anda yaşadıkları sorunların perde arkası olabilecek tüm geçmiş deneyimlerine şahit olabiliyoruz. Böylelikle belki o kişiyi anlamamız, zihnimizde onunla bir ilişki kurabilmemiz, önyargılarımızı yıkabilmemiz kolaylaşıyor. 

Fakat ya gerçek hayatta?

     Bazılarımızın bu tarz dizileri izlemeye, kitapları okumaya dahi mesafeli olduğunu hatta tahammül edemediğini de göz önünde bulundurursak, psikolojik/davranışsal olarak bazı problemler yaşayan insanlara gerçek hayatta ne kadar temas edebiliyoruz ya da ne kadar önyargısız yaklaşabiliyoruz?

     Bu  satırlar bir toplum vicdanı oluşturmak amaçlı değil, bilakis çok daha bireysel bir noktadan pencere aralamak niyetiyle kaleme alınmıştır. Zira “Bir insan bir yere bakıyorsa orada ilgilendiği bir şey vardır. Bir insan bir yere hiç bakmıyorsa, orada ilgilendiği bir şey kesinlikle vardır” (Freud, Psikanaliz Üzerine). 

     Bir dip parantez olarak da tabiki bize kötücül yaklaşan ve zarar verecek insanlara karşı gereken önlemleri almalı ve gerekli sınırları çizmeliyiz. Fakat hangimiz hayatta bazı zorluklarla mücadele etmiyoruz ki? Peki bu zorluklarla bizden daha farklı şekillerde mücadele ediyor diye etrafımızdaki insanlara etiket yapıştırmakta neden bu kadar aceleciyiz? Her birimiz hayatta farklı zorlukların mücadelesindeyiz. Her birimiz kendi hikayemizin kahramanıyız. Kimimizin okyanusu kimimize göre dere, kiminin bir bardak suyu ise diğerinin boğuluverdiği yer. Acıları yarıştırmadan, küçümsemeden veya abartmadan; tam da olduğu gibi kabul edebiliyor muyuz? Önce kendimizi sonra çevremizi..

     Kabul edebilmek... ne büyük lüks! Halbuki en büyük ilacımız da o aynı zamanda, kontrolümüz dışında olanları kabul edebilmek, ihtiyacımızı, duygularımızı, kendimizi ve ötekinin biricik varlığını kabul edebilmek.. Bir Menekşe gibi, ormanda ağaçların gölgeleri arasında kendi halinde sadece var olan bir menekşe. Papatya olmaya çalışmadan ağaçlarla yarışmadan ne zaman yağmur yağacak, çiçekler nasıl açacak hiç düşünmeden sadece var olan bir menekşe gibi. Kabul edebilmek.. ne büyük şifa!

     Tanılar, kriterler, semptomlar, vaka analizleri tedavi için gereklidir ve uzmanlar tarafından değerlendirilir. Fakat bana sorarsanız, insanları belli isimlendirmelerle ayrıştırmak, ötekileştirmek bizi sadece birbirimize yabancılaştırır. Kıymetli ve zor olan ise farketmek, keşfetmek ve anlamaya gayret etmektir. 

 

Bu yazıyı Sabahattin Ali'nin 1998’de Kürk Mantolu Madonna kitabında kaleme aldığı şu satırlarla sonlandırmak istiyorum; 

Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!.. Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz? Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatıyla öteye geçiveriyoruz?

 

Kaynakça:

Amerikan Psikiyatri Birliği (APA). Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, Beşinci Baskı (DSM‐5), Tanı Ölçütleri Başvuru Elkitabı’ndan, çev. Köroğlu E, Hekimler Yayın Birliği, Ankara,2014.

Fromm, Erich. \"The anatomy of human destruction.\" New York, NY: Holt, Rinehart and Winston,1973.  

Çocukluk Çağı Örselenme Yaşantıları ve Sürekli Kaygı Arasındaki İlişkide Bilinçli Farkındalığın Rolü( 2008), Gizem Cesur, Neslihan Sayraç, Ece Korkmaz.

Effect of enuresis on perceived parental acceptance - rejection in children Songül Yılmaz, Meryem Erat Nergiz, Sare Gülfem Özlü,  Ankara

HATAY’DA 6-18 YAŞ ARASI ÇOCUKLARDA ENÜREZİS SIKLIĞI VE RİSK ETKENLERİ, Sadık GÖRÜR, Tacettin İNANDI, Ebru TURHAN, Ali HELLİ, Ahmet Namık KİPER, Hatay

Sosyal Fobi, Nesrin Dilbaz, Psikiyatri Dünyası 1997;1:18-24

Obsesif Kompulsif Bozukluk Kapsamında İstifçilik, Dr. Öğretim Üyesi Fatih Bal

Anxiety Disorders: Definitions, Contexts, Neural Correlates And Strategic Therapy Giulio Perrotta, Dr. Giulio Perrotta, UNIFEDER University, Department of Criminal Psychology, Italy, 

Obsesif Kompulsif Bozukluk Tanılı Hastalarda Erken Dönem Uyumsuz Şemalar ve Kader Algısı Yasemin ANGIN, Muhammed KIZILGEÇİT

Çocukluk Çağı Psikiyatrik Hastalıkları ve Bu Alanda Çalışan Uzmanlar Hakkında Halkın Bilgi ve Tutumlarının İncelenmesi (Investigation of People’s Knowledge and Attitudes Towards Childhood Psychiatric Disorders and Specialists Who Work in This Field)

Cem GÖKÇEN, Mine ŞAHİNGÖZ, Haluk Asuman SAVAŞ, 2011

Ruhsal Travmanın Aktarımında Narsisizm, Barışhan ERDOĞAN,Erdinç ÖZTÜRK 

Öfke Bozukluğu ( Eckhardt ve Deffenbacher,1995, Kassinova,1995, ve Kassinova ve Tafrate, 2002, ve DiGuisseppe ve Tafrate, 2007, Feindler, 2006, Thorne, 1953, ve Barlow, 1991) 

Belirtiden Bozukluğa İstifleme Hoarding: from Symptom to Disorder, Süheyla Doğan Bulut, Kadir Özdel, Cebrail Kısa, 2015

Yaygın Sosyal Fobi Hastalarında Çekingen Kişilik Bozukluğu ve Psikopatolojiye Etkileri Kemal SAYAR, Mustafa SOLMAZ, Mücahit ÖZTÜRK, Ö. Akil ÖZER, Meltem ARIKAN, Seher AKBAŞ, Derleme Turkiye Klinikleri J Child Psychiatry-Special Topics. 2016;2(3):1-6

Anksiyete Bozuklukları, Obsesif Kompulsif Bozukluklar ve Travma Sonrası Stres Bozukluğunun DSM-5 Tanılama Sistemine Göre Sınıflandırılması ve Epidemiyolojileri

Enürezis tanısı alan çocuklarda davranışsal problemler (Behavioural problems in children with enuresis) Seval Birdal, Burak Doğangün, 2016

Be a Violent - Group Psychotherapy Classes, Marcia Karp as cited in Gökçen Duymaz Sidal, 2019, Medipol University

Deliberate Self Harm Behavior, Fatmagul Helvaci Celik ,Cicek Hocaoglu, 2017

Beden Asla Yalan Söylemez, Alice Miller, 2004