Karen Horney, psikanalitik sosyal kuramın temsilcisi, 15 Eylül 1885’te Almanya’nın Eilbek kasabasında doğdu. Bir gemi kaptanı olan babasının ve babasından 18 yaş küçük olan annesinin tek kızıydı. Bir de kendisinden küçük olan bir erkek kardeşi vardı. Bu, babasının ikinci evliliğiydi ve önceki evliliğinden dört çocuğu vardı. Karen Horney’nin ailesi mutsuz bir aileydi çünkü babasının diğer çocukları, babalarını, Karen’in annesine karşı düşman etmişlerdi. Bundan dolayı, Karen babasına büyük bir düşmanlık besledi. Onu her zaman destekleyen ve babasına karşı koruyan annesine ise büyük bir hayranlık duydu. Annesi ve babası arasındaki mutsuzluk ve geçimsizlik, erkek kardeşine gösterilen ayrıcalıklı muamele onun mutsuz bir çocukluk geçirmesine neden oldu. 13 yaşında doktor olmak istediğine karar verdi. 16 yaşında ise babasının, onun evde kalıp evle ilgilenmesini istemesine rağmen ona karşı çıktı ve tıp eğitimi alabilmek için liseye başladı. 1906 yılında üniversiteye başladı ve Almanya’da tıp eğitimi alan ilk kadınlardan biri oldu. 1909’da evlendi, bu evliliğinden 3 çocuğu oldu ve 1938’de de boşandı. 1932’de ABD’ye göç etti ve Chicago Psikanaliz Enstitüsünde yönetici olarak çalıştı. İki yıl sonra New York Psikanaliz Enstitüsünde ders vermeye başladı. 1939’da yayınladığı Psikanalizde Yeni Yollar kitabındaki görüşleri nedeniyle New York Psikanaliz Enstitüsü ile iki karşıt görüşte olduklarından dolayı, 1941’de bu enstitüden ayrılarak Karen Horney Psikanaliz Enstitüsü’nü kurdu. 1950’de ise en önemli eserini, Nevrozlar ve İnsan Gelişimi, yayınlandı ve bu kitabında kuramını detaylı olarak anlattı.  4 Aralık 1952’de 65 yaşında kanserden dolayı öldü.

     Kuramında, kişiliğin şekillenmesinde büyük ölçüde sosyal ve kültürel durumların, özellikle de çocukluk dönemi deneyimlerinin etkili olduğunu söyledi. Bir başka deyişle, kişiliği etkileyen şeylerin genetik ve içgüdülerden ziyade, daha çok, kişinin yetiştiği çevre ve aile olduğunu söyledi. Nevrotik yapıdaki çatışmaların, yaşamın herhangi bir döneminde ortaya çıkabileceğini fakat problemlerin çoğunlukla çocukluk döneminde ortaya çıktığını dile getirdi. Tek başına bir erken dönem çocukluk deneyiminin sonraki kişilik yapısından sorumlu olamayacağını, kişiliği oluşturmada, yaşanan çocukluk deneyimlerinin hepsinin etkili olduğunu ve tüm bu deneyimlerin bir kişilik yapılanmasının temelini oluşturduğunu anlattı. Ayrıca, genetik etkileri göz ardı etmese de nevrotik ve normal kişilik gelişiminde kültürel etmenlerin birincil esas olduğunu vurguladı. 

     Modern kültür, kişilerarası rekabete dayalıdır ve herkes birbirinin gerçekten veya olası rakibidir. Rekabetçilik ve temel düşmanlık hissi, soyutlanma hissini doğurur. Düşmanca bir dünyada yalnızlık hissetme ise yoğun bir sevgi ve şefkat ihtiyacına yol açar ve insanların sevgiyi fazla değerli hale getirmesine neden olur. Böylece, birçok insan sevgi ve şefkati bütün problemlerine bir çözüm olarak görürler. Gerçek bir sevgi sağlıklıdır fakat sevgiye duygulan çaresizce ihtiyaç, nevrotik gelişim için uygun bir ortam hazırlar. Nevrotikler sevgiyi bulmak için patolojik yolları kullanarak çaba sarf ederler.

     Horney, her insanın hayata sağlıklı bir gelişim potansiyeli ile başladığına inanıyordu ve diğer tüm canlılar gibi insanların büyüme için elverişli koşullara ihtiyacı olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden, çocukların hem gerçek bir sevgiyi ve sıcaklığı hem de sağlıklı bir disiplini deneyimlemeye ihtiyacı olduğunu dile getirdi. İşte, böyle bir ortamın, gerekli olan güvenlik hissini ve tatmini çocuğa sağlayacağını söyledi. Bu ihtiyaçları doyurulmamış olan çocukların ise güvensizlik ve belirsiz bir endişe hissedeceğini söyleyerek ve buna temel endişe adını verdi. Bu kavramı, potansiyel olarak düşmanca algılanan bir dünyada soyutlanmış ve aciz hissetme olarak tanımladı. Horney, insanların, bu temel endişeyle, diğerleriyle ilişki kurma tarzlarından birini benimseyerek mücadele ettiğini söyledi. İnsanlara yönelme, insanlara karşı olma veya insanlardan uzaklaşma. Bunu, kendini güvende hissetmeyen kişinin, çevresindekileri çeşitli stratejilerle manipüle etmeye çalışarak kendini çevreden gelebilecek zararlardan koruma çabası olarak açıkladı. Normal insanların zaman zaman farklı tarzları kullanırken, nevrotik kişilik özelliğine sahip insanların sadece bir tarzı benimsediğini ve dürtü etkisiyle kullandığını dile getirdi. Ayrıca, normal insanların, kullandıkları stratejilerin farkında olduklarını, nevrotik insanların ise bu temel tutumlarından habersiz olduklarını belirtti. 

     İnsanlara yönelme kavramındaki bu yönelme, insanlara karşı gerçek bir sevgi ile yönelme değildir. Bu, kişinin, başkalarının koruması ve şefkati aracılığı ile kendini güvende tutmaya çalışmasıdır. Bu yolu kullanan insanlar, diğerlerinin şefkatini ve onayını kazanmak için umutsuzca çabalar veya onların hayatlarının sorumluluklarını alabilecek kapasitede güçlü bir partner arayışındadırlar. Bu yolu benimseyen nevrotik kişiler kendilerini sevecen, cömert ve fedakâr olarak tanımlayabilirler. Kendilerini genellikle ikinci plana atarlar ve daha az önemli görürler. Kendilerini, başkalarının onları nasıl gördüğüne göre değerlendirirler. 

     İnsanlara karşı olma eğiliminde olanlar, herkesi düşmanca algılarlar. Diğer insanlara karşı sert, saldırgan ve acımasızdırlar. Başkalarını kullanmak ve faydalanmak için güçlü bir motivasyonları vardır. Nadiren kendi hatalarını kabul ederler ve mükemmel, güçlü ve üstün görünmeye çalışırlar. Hayran olunmak, beğenilmek ve başarmak onlar için bir ihtiyaçtır. Kısacası, bu eğilim, başkaları onlara zarar vermeden, onları kontrol altında tutma ve onlardan faydalanma çabasıdır.

     İnsanlardan kaçınma stratejisi, mahremiyet, bağımsızlık ve öz-yeterlilik ihtiyaçlarının dışavurumudur. Fakat bu ihtiyaçları nevrotik yapan, kişilerin dürtüsel olarak sürekli kendileriyle diğerleri arasına duygusal mesafe koyarak, kendilerini tatmin etmeye çalışmalarıdır. Bu insanlara, diğer insanlarla arkadaşlık yapmak dayanılmaz bir biçimde zor gelir. Temel endişeleriyle baş edebilmek ve güvenli hissetmek için insanlardan kaçınırlar. Özgürlüğe ve öz yeterliliğe değer verirler. Evlenseler bile eşleri ile kendileri arasında kopukluk vardır. 

     Horney’nin kuramında anlattığı bir diğer konu ise çocukluklarında bu ihtiyaçları karşılanmamış ve olumsuzluklar yaşamış olan kişilerin, normalde öz-farkındalığa giden normal eğilimlerinin engellenmiş olduğudur. Bu çocuklar, soyutlanma ve aşağılanma hisleri ile baş başa kalırlar ve kendilerine yabancılaşırlar. Kendilerine yabancılaşmış olan çocuklar, kararlı bir kimlik duygusu elde etmeye ihtiyaç duyarlar. Sonuç olarak ise bu durumu, kendilerinin abartılmış olumlu bir hallerini resmederek, idealleştirilmiş bir benlik imgesi yaratarak çözerler. Kendilerine sonsuz güç ve sınırsız kabiliyet bahşederler. Uyumlu kişilikler kendilerini iyi ve aziz; saldırgan kişilikler kendilerini güçlü, kahraman ve her şeyi gücü yeten bir tanrı gibi; soyutlanmış kişilikler ise kendilerini bilge, kendine yeten ve bağımsız kişiler olarak görürler. Zamanla bu idealleştirilmiş benliğe daha çok inanır ve hayatlarının her noktasına (amaçlarına, diğerleriyle olan ilişkilerine vs.) dahil ederler. Fakat, kişi sonunda, gerçek benliği ile idealleştirilmiş benliğinin taleplerinin uyuşmadığını görür ve kendini hor görmeye başladığı ve kendinden nefret ettiği bir sürece girer. Gerçek özünden utanmaya ve onu bir tehdit olarak görmeye başlar. Bu, kendinden nefret etme halini sürekli kendini suçlama, kendine zarar verici davranışlarda bulunma vb. çeşitli şekillerde yansıtırlar.

     Kısacası, Horney, insanların, çocukluktan gelen bu çatışmaları çözmek için üç nevrotik eğilimden birini benimsediğini dile getirmiştir. Bunlar, geçici rahatlama sağlasa da yavaşça insanı kendi gerçek benliğini gerçekleştirmeden uzaklaştırdığını ve daha derin bir döngüye hapsettiğini söylemiştir. Bu yüzden, Horney’nin terapisinde asıl amaç hastalarına öz-farkındalıklarına giden yolda yardım etmektir. Öncelikle, idealleştirilmiş benlik imgelerinden vazgeçmeyi, sonra, bu benlik algılarını tüm hayatlarına yansıttıkları için bu durumdan kurtulmayı ve en sonunda da kendinden nefret etmeyi gerçek benliği kabul etmeye dönüştürmeyi içeren bir süreçtir. Bu, kendini anlayışın, bilmenin ötesine gidip, duygusal olarak deneyimlemenin de gerektiğini ifade etmiştir. Bunun, zorlu ve uzun bir süreç olduğunu fakat insanlar bir kere benlikleri ile ilgili ayrıma vardıklarında ise kendi hislerini, inanç ve isteklerini daha net bir şekilde anladıklarını, diğerlerini çatışmalarını çözmek için kullanmaktan ziyade onlarla gerçek duygularla ilişki kurduklarını ve işlerini sadece başarı, prestij vs. için değil, gerçek bir merak ve ilgi yaptıklarını dile getirmiştir. 

     Aşağılanma hissiyle baş ederken başkasını aşağılamaktan vazgeçme hali gibi. Sadece, prestij, saygınlık ve beğeni için değil, gerçek bir ilgi duyarak o işi yapmak gibi. Neler düşünüp hissettiğinin farkında olmadan yaşayıp gitmek değil, iç dünyadaki kaosun bitmesi, denizin durgunlaşması ve her şeyi açıkça görebildiğiniz bir gün gibi.

 

Kaynakça:

Feist, J & Feist G.J. (2006) Theories of Personality, New York: McGraw Hill.

Hjelle, L. A., & Ziegler, D. J. (2012). Personality theories: Basic assumptions, research, and applications. (International Student Edition). London: McGraw Hill.

Karen Horney [PDF belgesi]. 21 Mart 2021 tarihinde https://acikders.ankara.edu.tr/pluginfile.php/133627/mod_resource/content/1/%2807%29%20Karen%20Horney%20%28Nevrozlar%20ve%20%C4%B0nsan%20Geli%C5%9Fimi%29.pdf adresinden erişildi.