Toplum, kadın ve erkeğe farklı davranır çünkü her toplumda kadın ve erkeğe biçilmiş roller, görevler ve özellikler vardır (Adaçay, 2018). Örneğin erkek çalışır, para kazanır; kadın evle ilgilenir, çocuklarıyla ilgilenir eğer dışarıda çalışıyor olsa bile yine de evini, çocuklarını, eşini ihmal etmemelidir. Ancak kadına kimse sormaz sen memnun musun bu düzenden, sen gerçekten bunları yapmak istiyor musun, bu hayatı bu şekilde yaşamak istiyor musun diye. Duygu Asena, Kadının Adı Yok kitabında bu durumu şu şekilde dile getirmiş; “Seni baba yapmak mı, bakalım ben kendimi anne yapmak istiyor muyum? Benim düşüncelerim, benim isteklerim, benim sıkıntılarım neler... Bunları bir kez olsun, bir kez, yarım saniye düşündün mü? Sana bir çocuk vereyim, seni baba yapayım demek. Kadınlığımın esas görevini yerine getireyim, karnım şişsin şişsin, ben hamileyken sen beni aldat, oramda yüzlerce yırtık, içim parçalanırcasına çocuk çıksın, şişmanlıyayım, şişman kalayım, işten kalayım, işten ayrılayım, hep çocuğa bakayım, onun hastalıkları, onun eğitimi, onun üzüntüleri, kendimi unutayım, sen akşamdan akşama gel, çocuğu sev okşa, arada bir sustur şunu, yorgunum diye bağır... Ve seni baba yapmamın mutluluğunu yaşa... Ben de anne olmanın acısını..”  

     Geçmişten beri beslenen toplumsal cinsiyet bakış açısından dolayı, kadının istekleri, hayalleri ve yetenekleri gözardı edilmiş ve belli kalıplara gore yaşaması beklenmiştir. Günümüzde, bu kalıp yargılar yavaş yavaş kırılmaya başlasa da hala varlığını sürdürmeye devam ediyor. İşte, evde, sokakta kadınlar hala ötekileştirilmekten kurtulamıyor. Örneğin, iş yerinde cinsiyete dayalı ayrımcılık hala üzerinde tartışılan bir konu çünkü hala işler kadın işi erkek işi olarak kategorilendiriliyor. Ücretlendirme ve uygulamalarda cinsiyet temel alınarak karar verme ve liderlik ile ilgili pozisyonlarda, yüksek nitelik gerektiren işlerde kadınlara daha az yer veriliyor (Alparslan, Bozkurt ve Özgöz, 2015). Kadınlar o iş için daha nitelikli, daha eğitimli ve daha istekli olsalar da kadın olmasından dolayı tercih edilmiyor. Kadın ve erkek aynı işi yapsalar dahi, erkeğe ayrı kadına ayrı ücret politikası uygulanıyor. Bundan dolayı, kadınlar emeklerinin karşılığını hak ettikleri ölçüde alamıyorlar. Diğer yandan, kadınların ailevi sorumlulukları sebep olarak gösterilerek iş için uygun görülmezken erkek için aynı neden geçerli olmuyor (Alparslan, Bozkurt ve Özgöz, 2015).  

     İş yaşamının yanı sıra hayatın diğer pek çok alanında da kadınlar ayrımcılığa ve cinsiyetçiliğe maruz kalıyor ne yazık ki. Dahası, sadece maruz kalmıyor sadece kadın olduğu ve beklenen sosyal normlara uygun olmadığı gerekçeleri ile çeşitli nedenler öne sürülerek istismara ve şiddete de uğruyor. Bu olumsuz sonuçlardan dolayı da yine kadınlar sorumlu tutuluyor. Gece dışarıda olmak, istediği kıyafeti giymek, dilediği yerde dilediği gibi davranmak erkeklere atfedilen özgürlükler gibi algılandığı için bu davranışları sergileyen kadınlar toplum tarafından yadırganıyor yargılanıyor ve bunlar sebep gösterilerek şiddet ve istismar meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Ancak kadın ve erkeğin davranışsal, zihinsel ve haklar olarak eşitliği kabul edilirse olumsuz sonuçlar ortadan kaldırılabilir. Kadın istediğini giyebilir, kahkaha atabilir, istediği saatte dışarı çıkabilir, istediği kişilerle görüşebilir. Bunlar cinsiyete özgü davranışlar değildir, sadece erkeklere verilmiş haklar değildir. 

     Senede sadece birkaç defa kadınların toplum için değerli olduğunu dile getirmek, kadınların hayatın her yerinde olduğunu söylemek yeterli değildir. Kadınlar hala hakları için mücadele ediyor. Kadınlar hala var olduklarını, sosyal hayatın, iş yaşamının ve eğitimin her alanında olduklarını kanıtlamak zorunda bırakılıyor. Toplumun değişmesini ve gelişmesini istiyorsak öncelikle kadına olan bakış açısını değiştirmemiz gerekiyor. Kadınlar edebiyatın, sanatın, tiyatronun, sinemanın, bilimin, akademinin ve hayatın her yerinde kadının adı var, kadının sesi var. 

     Yine Duygu Asena’dan bir alıntıyla yazıyı sonlandırmak istiyorum; “Anlamıyor musunuz siz, kendim olmak istiyorum, kendi adımla anılmak istiyorum ve erkeklerden, evlilikten yalnızca dostluk bekliyorum. Dostluk da saygı da eşitlikle olur, anlamıyor musunuz, eşitliğin olmadığı yerde ikisi de yok.”

 

Kaynakça:

Adaçay, F. R. (2018). Toplumsal Cinsiyetin Yaratılması ve Sürdürülmesinde Temel Kurumların Rolü. International Journal of Human Studies. 2 (2018), 345-363. doi.org/10.35235/uicd.466986

Alparslan, A. M., Bozkurt, Ö.Ç. & Özgöz, A. (2015). İşletmelerde Cinsiyet Ayrımcılığı ve Kadın Çalışanların Sorunları. MAKÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2015, Cilt, 2, Yıl: 2, Sayı: 3, ss.: 66-81. 

Asena, D. (1987). Kadının Adı Yok