Şiddete, tacize, tecavüze, cinayete kurban gidiyoruz… Onlarca, yüzlerce, binlerce kadın; her biri farklı kişilikte, farklı renkte ama gülüşleri ağlayışları ortak nice İNSAN. Sizin gibi, benim gibi, bizim gibi… Öfkeleniyoruz, hüzünleniyoruz, yeter diyoruz ama yetmiyor, kınamakla da sonu gelmiyor… Dünya çapında bir sorun bu, hep kanayan bir yara… Neden sonu gelmiyor biliyor musunuz?



-Çünkü kanıksıyoruz,

-Çünkü meşrulaştırıyoruz,

-Çünkü nefretle işler çözülecek sanıyoruz,

-Çünkü bilinçlenmiyoruz/bilinçlendirmiyoruz,

-Çünkü elimizi taşın altına koymuyoruz.


Bireylerin patolojileri elbette etkili bu korkunç sonuçta ancak toplum olarak her birimize düşen önemli görevler var. Bizler, toplumu şekillendiren bireyler olarak değişmeliyiz ki toplumsal olarak kanıksanmış bu zihniyet son bulsun. Neler yapmalıyız?


-Her canlının en temel hakkının yaşam hakkı olduğunu, dinimiz, dilimiz, ırkımız, cinsiyetimiz, siyasi görüşümüz ne olursa, giyimimiz kuşamımız nasıl olursa olsun hepimizin insan olduğunu, hiçbirimizin diğerinden üstün olmadığını, her birimizin çok değerli olduğunu unutmamalıyız. 


-Şiddet söylemini de eylemini de bitirmeliyiz. Bu tür söylem ve eylemler için caydırıcı cezai yaptırımlar söz konusu olmalı, adalet yerini bulmalı. 


-Eğitmeliyiz, kendimizi, çocuğumuzu, kardeşimizi, komşumuzu... Eğitimde fırsat eşitliğinin, toplumsal cinsiyet eşitliğinin temellerini atmalıyız.


-Sorgulamalıyız, nedenini niçinini, “nasıl daha iyi olabilir”i, “ben daha iyisi için neler yapabilirim”i…

Cinsiyetçi küfür, şaka, içeriklerden uzak durmalıyız; öyle bir yerleşmişler ki dilimize ayıklamak zor biliyorum ama fark etmeliyiz ve fark ettirmeliyiz, çaba sarf etmeliyiz. 


-“Kadınlar şöyledir, erkekler böyledir, şöyle olmalıdır, bunu yapmalıdır, şunu hissetmemelidir” kalıp yargılarından arınmalıyız. Zira bu yük hepimiz için çok ağır.


-Sevgiyi, şefkati, güveni, kabulü hem kendimizden hem de diğerlerinden esirgememeliyiz… 


Değişim önce bizimle başlayacak, dilimizde, zihnimizde, yüreğimizde olacak… Daha çok canlar yanmasın diye, canımız yanmasın diye… 


Peki ne bu toplumsal cinsiyet? Nasıl sağlanacak toplumsal cinsiyet eşitliği?


Öncelikte tanımlamalarla başlayalım. Cinsiyet, kadın ve erkek arasındaki doğuştan getirilen, doğal ve biyolojik farklılıklara işaret eder. Toplumsal cinsiyet ise toplum tarafından bireylere cinsiyeti dolayısıyla atfedilen inançlar, beklentiler, kültürel görüş ve yaklaşımları ifade eden bir kavramdır. 

Daha bebeğimiz doğmadan, cinsiyeti belli olur olmaz kızsa pembe oğlansa mavi kıyafetler almak; kız çocuklara bebek, mutfak seti alırken oğlan çocuklara araba, silah gibi oyuncaklar almak; kızımızı prenses-peri diye severken oğlumuzu aslanım-koçum diye sevmek; kızımızdan “hanım hanımcık” oturmasını beklerken oğlumuzun hoplayıp zıplamasını uygun görmek; kızımızın üzülünce ağlamasını normal karşılarken oğlumuz ağladığında “erkek adam ağlamaz” demek… ve daha neler neler… İkisi de çocuk, ikisi de evlat, sadece cinsiyetleri farklı, üstelik kendi seçimleri de değil bu ama farklı yaklaşımlara ve beklentilere maruz kalıyorlar. Maruz kaldıkları bu kalıpları içselleştirerek büyüyorlar ve kendileri de bu döngünün bir parçası haline gelebiliyorlar. Yetişkin yaşantılarında cinsiyetinden dolayı okulda/işte/evde başarısız olduğunu, kabul görmediğini hissedenlere karşın diğerlerinden üstün olduğunu, her şeye hakkı olduğunu düşünen insanlar ortaya çıkabiliyor; bu da ciddi psikolojik sorunlara, şiddete, haksızlıklara neden olabiliyor. Bu duruma erken yaşta müdahale etmek oldukça önemli ve bu noktada başta ebeveynler olmak üzere her birimize önemli görevler düşüyor. 


-Öncelikle kendi kalıp yargılarımızın farkına varmak ve kendimizi durdurmakla işe başlayabiliriz.


-Çocuklarımızla bu konu hakkında konuşarak, başta kendi evimizde eşimizle çocuklarımızla olan ilişkilerimizde bu kalıplardan kurtulup çocuklarımıza iyi birer rol model olabiliriz. 


-Çocuklarımıza kendilerine ve başkalarına saygılı olmayı, kadın & erkek fark etmeksizin herkesin değerli olduğunu, hepimizin duyguları olduğunu, isterse herkesin her şeyi başarabileceğini (kadın diye öğretmen, erkek diye mühendis olmak zorunda olmadığını) öğreterek önemli bir yol kat edebiliriz.


-Ve en önemlisi: Kız – oğlan ayırt etmeden koşulsuz sevgi ve kabulü çocuklarımıza sunmak, onlara olan inancımızı ve desteğimizi göstermek. 


Kaynak:

Helgeson, V. S. (2005). The psychology of gender (4th ed.). Pearson College Division.