2020 yılı başladığında dünyada yaşayan hemen hiç kimse böyle mitolojik metinlerde yazılan cinsten küresel bir salgın ile karşılaşacağını tahmin etmiyordu. Metin Erksan hocamın çok sevdiğim kullanmaya özen gösterdiğim \"Herkes kendi doğumunu milat sanıyor.\" sözünü bu günlerde sık sık tekrarlıyorum. Gerçekten milat gibi günlerden mi geçiyoruz yoksa büyük bir filmin kendi hayatlarımızda başrolleri mi olduk belli değil. Amerika Birleşik Devletleri`nde salgın tedbirleri kapsamında kapatılmış bir sinema tam da bu yaşadığımızı anlatan bir başlık atmış kapısının üzerine; \"Hayatımızın bir film karesi gibi olmadığı sadece sinema perdesinden yansıyan filmleri izlediğimiz günlerde görüşmek üzere...\" İşte şu anımızın da özeti. Ve evinden bu satırları okuyan hemen herkesin kendini seyrettiği günler haftalar aylar... Peki başka ne izliyoruz? Ben lafı uzatmadan ilgi alanımıza dönelim. Dört duvar arasında sıkışmışlık hissi ile baş etmeye çalışırken sinema, -tam da beklenen ödevini yerine getirip- yeni dünyalar ve yeni insanlarla tanışıp özdeşim kurup katharsis`e ulaşmayı vaat etmektedir. Sinema elbette eğlenceden ziyade bir kültürdür. Ve bu listeyi hazırlarken de film izleme platformlarında popüler olmayan fakat entelektüel damarımızı da besleyici -umudu değil eylemi ve çabayı ön plana çıkaran- filmler seçmeye çalıştım. Hepsi öznel sinema tarihimde özellikle yeniden izlemekten zevk aldığım filmler. Dünyada yapılan bütün filmleri izlemedik elbette lakin hayatımıza dokunan klasikleri tekrar deneyimlemek düşünsel derinliğimizi de arttırıyor diye düşünüyorum. Salt eğlencelik değil yetkin bir sanat eseri olan filmlerin -bireyin okuma ve düşünme eylemlerinin de yıllar içerisinde artmasıyla- kendi gizlerini daha çok açık edeceğini sıklıkta tecrübe ettim. Gönül rahatlığıyla da tavsiye ederim. Sıkıntı tekrardan değil yoğunlaşmamaktan baş gösterir. Bir belgesel çekimi için kitaplığını tanıtan filozof Jacques Derrida \"Buradaki kitapların tabi ki hepsini okumadım. belki üç dört tanesini ama o dört tanesini çok iyi okudum.\" diyor. Tekamül içindeki izlek derinleştikçe filmler de sırlarını ortaya çıkarırlar. İşte bu kapsamda tamamen kişisel zevkim ile Distopik dünyamızın dışına çıkacak ve sinemayı sevmemde katkısı olmuş kara mizah filmlerinden bir desteyi sizlerle paylaşmak istedim. İyi seyirler...

1- Sullivan`s Travels (Sullivan`ın Yolculuğu) 1941

 Amerikan sinemasının bir türü olan ve birçok başka ülke sinemasını ve romatik komediyi de içinden çıkartan Screwball komedi türünün (1929 Büyük Buhran döneminde ortaya çıkan ve 1940`lı yıllara kadar Hollywood üzerinde etkisini devam ettiren film türü. Türde hovarda erkek ile diğer romantik filmlerin aksine erkekten daha baskın olan kadın karakter çatışır ve dönemin toplumsal ortamı da başarıyla beyazperdeye aktarılır.) en özgün yönetmenlerinden olan Preston Sturges`ın bir yapıtı. John L. Sullivan (Joel McCrea) isimli zengin ve başarılı bir komedi yönetmeninin artık sosyal içerikli filmler de yapmak arzusuyla beş parasız bir hayatı tecrübe etmek istemesi ve bunun için çıktığı yolculukta planlarıyla gerçek hayatın ince bir kara mizah ile nasıl dönüştüğünü anlatan film bu yolculuğu da hem sinemada anlam yaratmanın ve kendini gerçekleştirmenin bir aracı olarak kullanacaktır. Odysseus`a öykünen Sullivan beklemediği bir keşif ile yolcululuğunu sonlandırır. 

2- To Be or Not to Be (olmak ya da Olmamak) 1942 

Ernst Lubitsch 18. yy sonunda Almanya`da doğmuş orada sessiz komedi filmlerinde oyunculuk senaristlik ve yönetmenlik yapmıştır. Ardından Hollywood`a ilk giden yönetmenlerden olup döneminde \"Lubitsch Dokunuşu\" denilen (kendine özgü dolaylı anlatım veya göstermeden hissettirme olarak da açıklayabileceğimiz) sinema tarzı ile dünyaca tanınır bir usta haline gelmiştir. Öyle ilham kaynağı olmuştur ki 1947 yılındaki vefat ettiğinde cenaze töreninin ardından Billy Wilder ile William Wyler`in \"Artık Lubitsch yok.\" ve daha da kötüsü \"Lubitsch filmi de olmayacak.\" şeklinde konuşmaları yönetmenin etki gücünü göstermektedir. 

Film adından da anlaşılacağı gibi Shakespeare`in meşhur Hamlet diyalogundan yola çıkarak Almanya`nın Polonya`yı işgali sırasında gizli temsiller yapan bir tiyatro topluluğunun etrafında şekillenen olayları anlatır. II. Dünya Savaşı aktif olarak devam ederken çekilen filmde siyasi hiciv öğesi baskın bir şekilde kullanılmaktadır. Filmin saf ve çağdaş bir sinema dili, savaş ve sanat karşılaşmasında sanatın gücünü ve direniş aracı olarak kullanılmasını keskin ve sivri dilli bir mizah anlayışıyla pek çok filme ilham olacak şekilde bizlere sunmaktadır.


3- Arsenic and Old Lace (Arsenik Kurbanları) 1944 

Frank Capra`yı II. Dünya Savaşı`nın ve Büyük Buhran`ın bütün yıkımını yaşayan sıradan Amerikan halkını onların haklı davalarına inançlarını başarılarını anlatan ve sinemanın bir toplum inşaasındaki etkili gücünü kullanan filmleriyle tanırız. Fakat Arsenik Kurbanları filmi farklı bir yapıyla karşımıza çıkar. Kara komedi ile fars türleri arasında mekik dokuyan film evliliğe karşı fikirleriyle tanınan oyun yazarı Mortimer Brewster (Gary Grant)`ın gizlice evlenmesi ve bu kararını iki yaşlı teyzesine onlarla yaşayan kendini Theodore Roosvelt sanan kardeşi Teddy`ye anlatmaya gitmesiyle başlar ve o evde ailesinin sırlarına tanık olmasıyla da kara film tarzında bir komediye evrilir. Aynı adlı bir tiyatro oyunundan uyarlanan Arsenik Kurbanları bazı eleştirmenlere göre de klasik sitcom yapısının temellerinin atıldığı nadide bir seyirliktir.


4- Kind Hearts an Coronets (Yumuşak Kalpler) 1949 

İngiliz yönetmen Robert Hamer`ın bu unutulmaz kara komedi başyapıtı elbette yönetmeninden daha çok filmde sekiz farklı role hayat vermiş Sir. Alec Guinness ile hafızalara kazınmıştır. 20. yy başında kurulan ve 1950`li yıllarda altın çağını yaşayan Ealing Stüdyoları`nın filmidir. Ealing Stüdyoları kendi adıyla tanınan \"Ealing komedileri\" türünü sinemaya kazandırmıştır. Ealing komedilerinde o yıllarda kadar İngiliz sineması`nda pek yer bulmayan basit insan hikayeleri anlatılır. O insanların hayalleri vardır ve bu hayallerden beslenen sert bir politik hiciv yapma becerileri filmleri döneminin çok ötesine taşır. Ealing komedilerinde karakterler bürokrasiye karşı mücadele ederler. otoriteyi sevmez ve fikir birliğine hoşgörüye inanırlar. 

İşte tam da burada ağzınıza bir tutam bal çalıp filme geçiyorum. Kind Hearts and Coronets filmi tipik bir Ealing komedisi gibi görünmekten çok dönem filmi atmosferi taşımakla birlikte karakterlerin tutumları ile yapı bütünlüğünü korumaktadır. Filmde dük Louis Mazzini`nin idam edilmeden önce yazmaya başladığı anı kitabından hareketle geriye dönüşlerle hikayesini anlatılır. Annesinden gelen hakları akrabaları tarafından reddedilen Mazzini ailesinin ve yaşayamadığı hayatın intikamını almaya yemin etmiştir. Dük ünvanını yeniden kullanabilmesi için hayatta olan sekiz akrabasını öldürmesi gerekmektedir. Planlama ve uygulama sürecinde aristokrasiyi alaya alan filmde sekiz farklı yaşta ve cinsiyette D`ascoyne ailesi üyesini ünlü ingiliz oyuncu Sir Alec Guinness canlandırmıştır. Bir seri cinayet ve dönüşüm hikayesi etrafında ince İngiliz mizahıyla örülü yapısıyla özel bir seyirlik deneyimi sunuyor. 

5- Avara (Avare) 1951 

Türkiye`de gösterime girdiği 1955 yılından itibaren gerek şarkısı gerekse yönetmeni ve başrol oyuncusu Raj Kapoor ile çok popüler olan Avare filmi ile listemizi ortalamış oluyoruz. Ülkemizde üretim ilişkileri nedeniyle hakim tür olan melodramın Mısır filmleriyle birlikte temel ilham kaynaklarından biri de Avare filmi olmuştur. Film Hindistan`da ve dünya genelinde öyle ünlü olmuştur ki \"Bollywood\"un kurulmasına temel teşkil ettiğini söyleyenler bile vardır. 193 dklık süresi ile Hindistan kast sistemini temel eksene koyan film, beceriksiz hırsız Raj ile yine ünlü bir oyuncu olan Nargis`in canlandırdığı üst sınıftan Rita arasındaki imkansız aşkı konu edinmektedir. Ama filmin asıl sorunu hakimin kendini sürekli sorgulamasında gizlidir. \"Soylunun oğlu soylu, hırsızın oğlu hırsız olur.\" Yoksul suça batmış bir halkın içinden Charlie Chaplin`nden esinlendiği belli olan yankesici ve yufka yürekli bir baltaya sap olamamış Raj karakteri ile toplumsal gerçekçi sinemaya yaklaşır. Suç ve ceza ekseninde klasik hint müziğinin ve danslarını kullanan film Bollywood dramatik yapısının da temelini oluşturur. Olay örgüsü karmaşık bir hale girip gerginliğe ulaştığında müzik ve dans seyirciyi rahatlatılır ve uzun film kendi içersinde molalar verilirdi. Ardından ilgiyi yine ayakta tutacak yeni bir sekansa başlanırdı. Hindistan gibi sinemanın ailenin bir araya geldiği bir ev ortamı olarak görüldüğü ve kesintisiz gösterimlerin yapıldığı bir ülkede hala devam eden uzun film sürelerinin kökenleri de bu yıllara dayanmaktadır. Avare filmi İzzet Altınmeşe`nin yerlileştirdiği şarkısıyla hatırlanmasının karşılığını sonuna kadar verecektir.

6- I Soliti Ignoti (Bilinmeyen Kişiler) 1958 

2010 yılında ve 95 yaşındayken tedavi gördüğü hastanenin penceresinden atlayarak yaşamına son veren İtalyan usülü komedi sinemasının ustalarından Mario Monicelli`nin 1958 yapımı bu kara komedi filminde -listemizin tümüne sirayet eden- alt sınıftan insanların sınıf atlama çabaları başarısızlıkları yeni gerçekçi bir sinema diliyle anlatılmaktadır. Vittorio Gassman, ünlü İtalyan komedyen Toto ve gençlik halleriyle Marcello Mastroianni ve Claudia Cardinale`nin arz-ı endam ettiği bu soygun filminde savaştan yeni çıkmış İtalya`nın dönem koşullarının insanlar üzerindeki etkisi yoksulluk ve sefalet anlatılır. Ama katı bir yeni gerçekçilik fonu değildir bu. İnsanlar mutlu ve neşelidir. Her şeye rağmen hayat devam etmektedir. Anlatılan sevimli ve beceriksiz hırsızların trajikomik hikayesidir. I Soliti Ignoti filmi o yıl en iyi yabancı film Oscar adayı olmuş ve kendisinden sonra çekilecek birçok benzer filme öncülük etmiştir.

7- El Angel Exterminador (Yokedici Melek) 1962 

Belki de listemizin en kara komedi olmayan ama kara komedi olan filmi. Luis Bunuel`in 1962 yılında yine amansız burjuva eleştirilerinden birini sunduğu El Angel Exterminador filminde bir yemek daveti vesilesiyle eve toplanan bir grup burjuvanın yemeğin bitimiyle evden hatta odadan çıkıp evlerine gitmek istemeleri ama çıkamayışları anlatılmaktadır. Çıkışsızlık bu kadar basit bir eylemi bile yerine getirememe hali ve evin etrafında toplanan kalabalık ile de olay ülke gündeminde kendine yer bulur. Sürrealist sinemanın öncü yönetmeni olarak Bunuel filmde yemek daveti ile hizmetçilerin evi terketmelerini paralel anlatır ve yemek başladığında geride sadece baş hizmetçi kalmıştır. o da sınıfsal olarak seçkin davetlilere en yakın olanıdır. Mizahi dili ile burjuvazi, din, ahlak eleştirisini keskinleştiren Bunuel özgürlük üzerine metaforlar yaratarak seyirciyi koltuğunda rahat oturtmamaya özen göstermiştir. Yıllar sonra çekeceği \"Burjuvazinin Gizli Çekiciliği\" filminde ise bu sefer yemek davetini bir türlü gerçekleştiremeyip sofraya oturamayan seçkin davetlileri anlatan Bunuel ve her durumda burjuva paradoksunu filmleştirmeye devam eder.

8- Fantoma 1964 

Pazar sineması gündüz kuşağında izlemekten en zevk aldığım serinin ilk filminde sıra. 1964 yapımı başrollerinde Jean Marais ve Louis de Funes`in oynadığı kara komedi Fantoma. Binbir surat ajan ve kanun kaçağı Fantoma ile onu yakalamaya çalışan Komiser Juve (Louis de Funes) arasındaki macerayı anlatan film daha sonra gördüğü ilgi ile 3 filmden oluşan bir seriye dönüştürülür. Bu yoğun ilginin altında Louis de Funes`in gelecek kuşaklara esin kaynağı olan sakar müfettiş karakterinin etkisi oldukça fazladır. Fakat Fantoma özelinde yine zenginlerden duyduğu nefret ile burjuvadan kurbanlar seçen bir hem gerçek suçlu hem de Robin Hoodvari bir kahraman modeli de sunan film dünyada ve Türkiye`de pek çok benzerinin yapmasına yol açmış öncü bir yapımdır. 

9- Being There (Merhaba Dünya) 1979 

Yönetmenliğini Hal Ashby `nin, senaryosunu ünlü yazar Jerzy Kozinski (Boyalı Kuş)nin ve başrolünü Peter Sellers`in üstlendiği filmde bir malikanede bahçıvan olarak çalışan nüfus kaydı dahi olmayan Chauncey Gardiner`ın ev sahibi öldüğünde ilk kez sokağa çıkması ve gerçek hayat ile tanışması konu ediliyor. Dış dünya hakkında bildiği tek şey televizyondan gördüğü kadar olan Chauncey`nin saf ve kıt zekası ile bahçeye dair söylediği kısa cümlelerin bile birer bilgelik gösterisi olarak görülmeye başladığında hayatı umulmadık hale dönüşecektir. Sinema tarihinin en özgün ve özel karakterlerinden biri olan varoşçu duruşuyla iyi giyimli şık Chauncey (Şans) adeta bir Mesih gibi resmedilirken film de zamanın ötesinde bir sanat eseri olmaktadır. 

10- The Purple Rose of Cario (Kahire`nin Mor Gülü) 1985 

Woody Allen`in senaryo ve yönetmenliğini yaptığı The Purple Rose of Cario ABD`nin yine Büyük Buhran yıllarına ışık tutan özgün bir hikaye ve keskin bir mizah barındıran yapısıyla dikkat çekiyor. Filmde Cecilia(Mia Farrow) adlı karakterin garsonluk yaparken işinden atılan kocasından bunalan bir kadın iken sinema aracılığıyla başka hayatları deneyimlemesi ve fantastik bir hayatın içine dalması konu ediniyor. Filmin içinde izlenen aynı isimli The Purple Rose of Cario filmin baş karakteri Cecilia`yı bir gün salonda farkeder. ve perdeden çıkıp seyircilerin şaşkın bakışları arasında onun yanına gelir. Artık hangisi film hangisi film içindeki film diye anlayamayacağımız bir yolculuk başlamıştır. Modern bir masal ile gerçek insanları harmanladığı yapısı ile film sinema tarihindeki benzersiz yerini alıyor.

Bonus:

Cici Can 1963 yapımı Ertem Göreç`in yönetmenliğini yaptığı Safa Önal`ın senaryosunu yazdığı Bedri Koraman`ın aynı adlı çizgi romanından uyarlanan bir fantastik-komedi filmi. Öztürk Serengil ve Altan Erbulak`ın sürpriz bir rollerde karşımıza çıktığı filmde Göksel Arsoy, Suna Pekuysal, Hüseyin Baradan, Ali Şen, Ahmet Tarık Tekçe, Huri Zuhal, Suzan Avcı, Sami Hazinses, Saadettin Erbil gibi isimlerden oluşan kalabalık oyuncu kadrosu, zengin mekan kullanımı ve dönemi için gelişkin prodüksiyon koşulları ile daha izlemeye başlamadan heyecan uyandırıyor. Fantastik komedi dediysem yanlış anlaşılmasın bir resme aşık olup bu uğurda Ferhat gibi her türlü badireyi atlatmaya yeminli hatta ölüp ölüp dirilen süper kahraman bir hayalet olan Cici Can`ın hikayesi anlatılan. Ayrıca filmde Bedri Koraman ve Safa Önal`ın usta kalemiyle dönem Türkiyesinden insan manzaralarını da çok başarılı ve karakterleşmiş olarak görüyoruz. Hikayenin yer yer klişeye düştüğü anlarda bile bu derin memleketimden insan manzaraları seçkisiyle ilgiyi üzerinde tutmayı başaran Cici Can seyretmenize değecek bir keşif olarak sizi bekliyor.