Stigmatizasyon, ruhsal hastalıklarda damgalama, etiketleme anlamı taşımaktadır. Birçok ruhsal hastalık toplum nezdinde basmakalıp yargılarla varlığını sürdürmektedir. Diyabetik ya da kalp rahatsızlığı olan bireylerin toplumda stigmatize edici yargılarla karşılaşmaları kolay kolay mümkün değildir fakat paranoid bozukluğu, şizofreni gibi ruhsal hastalıkların toplum üzerinde olumsuz bir algısı var, hatta stigmatize edici davranışlara maruz kalan hastaların büyük bir kısmı ruhsal hastalıklara sahip bireyler oluyor.  

         Stigmatizasyonun gelişmesi bireylerin tutumlarıyla alakalıdır ve bu tutumlar birçok değişkene bağlı olarak gelişir. Literatürde yaş, cinsiyet, eğitim, ırk, sosyal sınıf gibi çeşitli etmenlerin ruhsal hastalıklara ilişkin tutumları etkilediği belirtilmekle birlikte her sosyodemografik veri için değişik görüşler ileri süren çalışmalar vardır (Taşkın, 2007).  

         Çeşitli psikiyatrik tanı almış hastaların toplum tarafından zaman zaman tam olarak ne zaman ne yapacağı bilinmeyen ve tehlikeli kişiler olduklarıyla ilgili yaygın bir düşünce olabilir. İşte bu durum stigmatizasyonun en önemli sebeplerinden biridir zira toplum bu gruptaki insanları tehlikeli sınıfına koyar ve onları damgalamış olur. Ne yazık ki bu da beraberinde ayrımcılığı doğurur, kişiler bu sebeple toplumdan dışlanırlar. 

         Yapılan araştırmalar gösteriyor ki; ruhsal hastalığı olan kişiler tanı aldıktan sonra ayrımcılığa ya da kötü davranışa maruz kalacaklarını düşündüklerinden, hastalıklarını saklama gereği hissetmişlerdir, bu duruma içselleştirilmiş damgalama adı verilir. Kişide, olduğu durumdan utanma, yetersizlik hissi, olumsuz otomatik düşünceler, sosyal ilişkilerden kaçınma, özsaygıda azalma gibi durumlar oluşmuştur. Ruhsal hastalığı olan kişiler toplumdan önce kendi kendilerini damgalamaktadır. Bu süreç kişinin bir ruhsal hastalık tanısı alması ile başlar. Böylece bu kişide daha önceden var olan “ruhsal olarak hasta kişi” basmakalıp düşüncesi canlanır (Çam & Çuhadar, 2011).  Dolayısıyla tanı almış kişi hastalığını kabullenmez. Oysa biz şu an biliyoruz ki; ruhsal hastalıkla savaşmanın en büyük adımı aslında hastalığı kabullenmektir. 

         Damgalanma karşısında ruhsal zedelenme yaşayan hastaların ve yakınlarının benlik saygıları azalabilir, aile ilişkileri de zarar görebilir. Toplumsal ilişkilerde hasar, arkadaşlık ilişkilerinde bozulma ve sürdürme güçlüğü gibi problemler ortaya çıkabilir.

         DSÖ’ye göre sağlığın tanımı şu şekildedir: Sağlık sadece hastalık ve sakatlığın olmayışı değil, bedence, ruhça ve sosyal yönden tam iyilik halidir.” Bu noktada ruhsal açıdan iyi olmayan bir birey sağlıklı olamaz. Sağlık yalnızca bedensel işleyişin bozulmasıyla kaybedilmez, sosyal ve ruhsal bozulmalarda da sağlıklı olma durumunu kaybetme söz konusudur. 

İçselleşmiş Damgalama ile Nasıl Başa Çıkılır? 

           Ruhsal hastalıkları olan bireylerde başa çıkmak için önerilen en iyi yöntem eğitimdir. Damgalamaya hem maruz kalan hem de aslında damgalamayı yapan birey öncelikle ruhsal hastalıklar hakkında bilgilendirilmelidir, bu durumun en büyük sebeplerinden birisi de ruhsal hastalıklara karşı yeterli bilginin bireye verilmemesidir.

         Ruhsal hastalıkların gerek çevresel, gerek genetik etkenlerden kaynaklandığı ve bunun aslında fiziksel hastalıklardan farksız olduğu yönünde psikoeğitimler bireylere verilmelidir. Birey hastalığı tanıdıkça bunun utanılacak ya da ayıplanacak olduğu algısından uzaklaşmaya başlayacaktır. Damgalama bir gerçektir ve bu süreçte ilk aşama damgalamayı kabul etmekle başlar. Bu konudaki yaklaşım tamamiyle çözüm odaklı olmalıdır. Burada hastaya bilişsel davranışçı yaklaşım ile yaklaşılabilir ve kişinin yanlış inançlarına vurgu yapılabilir. Hastalık ve sağlık arasındaki keskin ayrımdan kaçınılmalıdır burada asıl problem damgalama ise o probleme uygun adımlar atılmalıdır. 

         Doğru bir psikoeğitim ile damgalama hakkında bireylere doğru bilgiler aktarılmalıdır. Bireye, ruhsal hastalıkların toplumda diğer hastalıklar gibi sıklıkla görülebildiği, tedavi protokollerinin gelişmesi ve hastanın tedaviye olan inancı ile çok ciddi sağaltım sağlanabileceği yönünde bilgiler verilmelidir. Aynı zamanda bireye hem hastalıkla hem de damgalamayla başa çıkabilme yeteneği kazandırılmalıdır. 

         Son olarak; her hastalığın bir tedavi süreci vardır ve bu tedaviyi almak her bireyin hakkıdır. Toplumda ruhsal hastalıkları savunduğumuzu sanırken aslında birçoğumuz damgalamaya çanak tutabiliyoruz. Bir depresyon hastasına çok iyi davranıyor olabiliriz fakat sosyal yaşamımızda hakaret içerikli şu kelimeleri kullanıyor muyuz: “Ruh hastası, deli, şizofren…” Bunların aslında hepsi birer stigmatize edici davranış. Ruhsal hastalığı olan bireylere iyi davranıyoruz fakat düşüncelerimizde bir değişiklik yok, o halde damgalamayı birçoğumuz yapıyoruz. Son söz olarak; bilişsel davranışçı ekole göre, duygularımızı ve davranışlarımızı içinde bulunduğumuz durum değil duruma karşı olan algımız şekillendirir.  

 

Kaynakça:

Çam, O., & Çuhadar, D. (2011). Ruhsal Hastalığa Sahip Bireylerde Damgalama Süreci ve İçselleştirilmiş Damgalama. Psikiyatri Hemşireliği Dergisi, 136-140.

Doğanavşargil Baysal, G. (2013). Damgalanma ve Ruh Sağlığı. Arşiv Kaynak Tarama Dergisi, 239-251.

Taşın, E., & Özmen, E. (2004). Sosyodemografik Etmenlerin Ruhsal Hastalıklara Yönelik Tutumlara Etkileri. 3P Dergisi, 13-24.

Taşkın, O. (2007). Ruhsal Hastalıklara Yönelik Tutum Ve Damgalamayı Etkileyen Faktörler. O. Taşkın içinde, Ruhsal Hastalıklara Yönelik Tutum Ve Damgalamayı Etkileyen Faktörler (s. 73-114). İzmir: Meta Basım.