Sanat, insanla nesnel gerçeklik arasındaki estetik ilişki olarak tanımlanmaktadır. Nesnel gerçeklik sanatçıda estetik biçimlerde yansır. Sanat, insana, topluma ve toplumsal yaşama sıkı bir şekilde bağlıdır. Sanatta öz ve biçim, ulusallık ve evrensellik, soyutla somut, duyusalla düşünsel iç içedir ve birbirinden ayrılamaz. 

Sanatta yaratıcılık, hiç var olmayan bir şeyi ortaya çıkarma ya da kimsenin akıl edemediğini keşfetme anlamında kullanılmaz. Tam aksine, mevcut olan bir fikir, düşünce, durumun daha farklı bir açıdan ele alınması; geliştirilmesi anlamını taşır. Tam bu noktada akıllara şu soru gelir sanatı üreten, sanat konusunda yeteneği olan kişilerin mizaçlarında nasıl bir farklılık vardır? Onları farklı kılan şey nedir? Onları farklı kılan bir şey var mıdır? Şeklinde sorular çoğaltılabilir.

  Her ne kadar “yaratıcılık”, bilimsel yöntemlerle kanıtlanması zor bir durum olsa da, yaratıcı kişilerin olaylara farklı yaklaştıklarını, duygu-düşünce süreçlerinin farklı işlediğini ve sonuçta toplum genelinden farklı davranışlarla kendilerini ifade ettiklerini biliyoruz. Yaratıcılık ve psikopatoloji arasında yıllardır hatta yüzyıllardır tartışılan bir ilişki vardır. Daha önceki çalışmalarda da bipolar bozukluk ve şizofreni ile yaratıcılık arasında bağlantı olabileceği gösterilmiş, ancak bu bağlantının yaygın genlere bağlı bir ilişki olup olmadığı netlik kazanmamıştı. Nature Nöroloji’de yayımlanan bu çalışmada ise, bu iki hastalıkta belirlenen genlerle yaratıcılık arasında direkt bir etkileşme olduğu kuvvetle desteklenmiştir. İlişkili olduğu düşünülen genler ADCY2, ANK3, ODZ4 olarak belirlenmişti.

“John Forbes Nash, oyun kuramında ve diferansiyel geometri alanında köklü değişiklikler yapmış; aynı zamanda kısmi diferansiyel denklem üzerinde de çalışmış Amerikalı matematikçi.” (Vikipedia). Tam adıyla John Forbes Nash, lisans ve yüksek lisans eğitimini Carnegie Teknoloji Enstitüsü (günümüzde Carnegie Mellon Üniversitesi)’de tamamladıktan sonra doktora yapmak için Princeton Üniversitesi’ne gitti. 21 yaşında hazırladığı doktora tezi, “Oyun Teorisi”, ona uzun yıllar sonra, 1994'te Nobel Ekonomi Ödülünü kazandırdı. Genç deha, John von Neumann’ın icadı olan oyun teorisindeki sorunları çözüp kullanılır hale getirdi. 30 yaşına kadar parlak fikirleri ve göze çarpan kişiliği sayesinde hızla yükselip matematik camiasının önde gelen isimlerinden biri olan John Nash, MIT’de profesörlük yapmaya başladı. John Nash aynı zamanda soğuk savaş döneminde ordu adına şifre çözücü olarak çalışmıştır. Ardından şizofrenik sanrıları kendini göstermeye başladı. Seçilmiş biri yani bir çeşit dini figür olduğunu düşünüyordu. Aynı zamanda kendisine karşı Sovyetler Birliği ve Vatikan tarafından düzenlenen bir komplo olduğunu düşünüyordu. “Beynimde, fikirlerime karşı çıkan insanlardan telefon görüşmeleri gibi bir şeyler duymaya başladım” dedi. Bu keşfin ardından Nash’a –şizofreni- tanısı kondu ve tedavi sürecine başladı. Doğruluğu kesin olarak bilinmese de tedavi sırasında yarım bıraktığı ve ardından bir süre sonra sona erdiği hakkında belirtilen bilgiler arasındadır.

1948 yılında hem lisans hem de yüksek lisans diplomasını alarak mezun olan John Nash 1949 yılında, ona 45 yıl sonra Nobel Ekonomi Ödülü’nü kazandıracak olan 27 sayfalık ‘Oyun Teorisi’ doktora tezini yazdı. Hatta; Nobel Edebiyat Ödülünü bildirmek üzere görevli olan kişinin gerçek olup olmadığını öğrenmek için bir öğrencisine “görebiliyor musun bu kişiyi” demiştir ve öğrencisi evet dedikten sonra “gerçek olduğunuzdan emin olduğuma göre…” şeklinde konuşmasına devam eder.

Tüm bu hikaye, psikopatoloji bozukluğun bireyin zihnindeki işleyişi, yaratıcılık üzerindeki etkisini incelemek üzere ele alınmıştır. John Forbes’in başarıyla dolu ancak bir o kadar zorlu hayat hikayesi patolojinin sanat, yaratıcılık ve hayatın akışı üzerindeki etkisine verilebilecek güzel bir örnektir.