Birçoğumuz güvensizlik, dehşet, kalıcı stres ve irrasyonel korkulardan rahatsızız. Bu kadar insanın endişesi oluyorsa, bu gerçekten bir bozukluk olarak adlandırılır mı?
Anksiyete sözcüğü Latince ‘’sıkmak, daraltmak, boğmak’’ fiilinden türetilmiştir ve bu sadece panik atak sırasında hissedilen hissi tanımlayabilir. Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü'ne göre, anksiyete bozuklukları 18 yaş ve üstü yaklaşık 40 milyon Amerikalı yetişkini (nüfusun yaklaşık% 18’i) etkilemektedir. Kadınların yaşamları boyunca bir anksiyete bozukluğu yaşama riski, erkeklerden % 60 daha fazladır. Büyük bir ulusal ergen araştırması, 13-18 yaş arasındaki gençlerin yaklaşık % 8'inin genellikle 6 yaş civarında ortaya çıkan semptomlarla bir anksiyete bozukluğuna sahip olduğunu bildirmiştir.
Endişe duygusu bu kadar yaygın bir duyguysa, buna gerçekten bir bozukluk diyebilir miyiz? Yardımcı doçent Phillippe Goldin, Stanford Üniversitesi'nde Klinik Olarak Uygulanan Duyuşsal Sinir Bilim Araştırma Grubunu yönetmektedir. Goldin bu soruya “Hayır,” diyor. “Birçok vakada kaygı normaldir. Evrimsel bir bakış açısından, insan atalarını milyonlarca yıl boyunca kaygı korumuştur. Herkes soğuk ve sakin olsaydı, bu insanlığın sonu olurdu.”
Beynin fonksiyonel görüntüleme işlemlerinde olumsuz duygusal durumlar ve kendini algılamalar açıkça görülebilir. Beynin ön kısmında bulunan ve mantıklı karar verme, planlama gibi işlevlerden sorumlu olan prefrontal korteksin, daha iç kısımda bulunan ve kaygı gibi zorlayıcı duyguların merkezi olan amigdalayı daha az uyarılmış hale getirebildiğini bilmekteyiz. Yani prefrontal korteksin harekete geçmesiyle kaygı azalır. Gerçekten ihtiyaç duyulan şey, bilişsel ve duygusal kontrol için beyinde bu iki alanın birlikte çalışabilmesi için bireysel sorumluluğu almaktır.
Veriler kulağa heyecan verici geliyor ama asıl merak ettiğimiz bu yeni sinir yollarını nasıl oluşturacağız? Hayatlarımızda endişe gibi zorlayıcı duyguları yönetmekte nasıl ustalaşacağız?
Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, herkese uyan tek bir çözüm yoktur. Potansiyel olarak yardımcı olabilecek birkaç bileşen var. Farkındalık temelli psikoterapilerde kullandığımız teknikler, ruh hali durumlarının düzenlenmesinde büyük umut vaat etmiştir. Aynı zamanda duygularımızı ve davranışlarımızı etkileyen düşünceleri nasıl belirleyeceğimizi ve doğrudan onlarla nasıl çalışacağımızı öğrendiğimiz Bilişsel-Davranışçı Terapi teknikleri de oldukça önemlidir. Ayrıca alet kutumuzda diğer psikoterapi yaklaşımları, ilaç ve egzersiz formlarının yanı sıra diyet ve davranıştaki değişiklikler de vardır.
Herhangi bir tedavinin veya kombinasyonunun etkinliğini artıracak şey, zaman içinde ayarlanan kişiselleştirilmiş bir öğrenme deneyimi yaratmaktır. Psikolojik olarak sağlığınızı korumak için pratik yapmaya devam etmelisiniz, uzun vadeli faydalar ancak bu yolla olacaktır.
Washington DC'nin İçgörü Meditasyon Topluluğu'nun klinik psikolog ve kurucu öğretmeni Tara Brach, “Herkes kendi sinir sistemini yatıştırmak için kendi yolunu özel olarak tasarlamalıdır” diyor.
Çoğunlukla birbirimize veya kendimize neler olduğunu anlatmıyoruz, ancak deneyimlerimizin gerçekten nasıl olduğunu söyleyebilmeli, duygularımızı paylaşabilmeliyiz. Kaygı bizim hatamız değil, hayatımızdaki sebep ve koşulların sonucudur. Endişeyle nasıl ilişki kurduğumuz önemlidir. Daha fazla acıya yol açabilir veya kendimizi acıdan kurtarmak için bir fırsat yaratabiliriz. Bir çarkta sıkışmış bir hamster gibi düşüncelerimizin içinde dönmenin aksine, hayatımızın gerçek sürecini gözlemlemeye odaklanmamız fark etmemizi ve adlandırmamızı sağlayan küçük bir boşluk yaratır. Duyguyla tamamen özdeşleşmek yerine neler oluyor, neden bu duygu sizi ziyarete geldi, siz nasıl tepki verdiniz gibi noktalarla çalışabilirsiniz. Düşüncelerimizin, duygularımızın ve fiziksel hislerimizin bir kaynar su kabında kabarcıklar gibi kendini göstermesini izleyebiliriz.
Bu, endişeli aklımızı sakinleştirmeye yardımcı olurken, bu anda hayatımızın gerçeğiyle mevcut olma kapasitemizi artırıyor. Bedenimiz, tüm duyuları ile bilmemiz gereken her şeyi bize anlatıyor.
“İlkel beynim ve prefrontal korteksim arasında şiddetli bir savaş var.”
Tedavinin Değeri
Hikayemizin içeriğini araştırırken zaman gerekebilir. Konuşma terapisi veya bir çeşit vücut merkezli terapi, kaygımızın kaynağını daha iyi anlamamıza ve ortaya çıktığında tolere etmemize yardımcı olabilir. Çeşitli terapi şekillerinde ne kadar derine inersem, fırtınalar zihnimden ve bedenimden geçerken farkındalığı koruma kapasitem o kadar artar.
New York City psikiyatristi ve birçok kitabın yazarı Mark Epstein, “Kaygı, denizden dışarı çıkan bir buzdağının ucu gibidir. Anlaşılması gereken onaylanmamış bir şeye işaret ediyor.” diyor.
Hemen hemen her olası yaklaşımdan yararlanmalısınız: ilaç, psikoterapi, günlük aerobik egzersiz, bir meditasyon öğretmeni ile güçlü bir bağ ve düzenli uygulama. “Korkuyla dolu olsam bile çabalıyorum” diyebilmelisiniz.
“Deneyim vahşi bir roller coaster yolculuğu ise öyle olsun.”
Böyle zamanlarda, sadece nefesini takip etmenin yardımcı olduğunu biliyoruz. Ancak diğer zamanlarda, korkan kısmının merakla buluşmaya çalıştığı hikayesini anlatmasına izin verebileceğini de söylemelisiniz.
“Bazen içerik süreç kadar önemlidir. Korkumu adlandırabildiğimde ve bunu kendimin sadece bir yönü olarak görebildiğimde, duygumla aramda biraz boşluk oluşuyor ve biraz yumuşuyor. Sonra korkuyla, bir çocukla konuşma şeklinizle konuşmaya ve bana ne söylediğini duymaya çalışıyorum. ”
Ancak obsesif kompulsif bozukluğu ve diğer ciddi anksiyete biçimlerinden muzdarip bazı insanlar için meditasyon pratiği mümkün olmayabilir. Dikkatli Farkındalık Araştırması'nda klinik eğitim programını yöneten bir psikolog olan Lobsang Rapgay “Hepimizin bir ölçüde kaygısı var ancak sınırı bir düzensizlikten geçmek tamamen farklı bir şey. Yine de, meditasyon yapmakta zorluk çeken insanlar, bir terapistin varlığında zihninde ve bedeninde neler olduğuna dair farkındalıklarını izlemeye teşvik eden sürece yönelik terapiden faydalanabilirler.’’
“Yaygın anksiyete bozukluğu olan kişilerde, yalnızca % 100 güvenli olmaları durumunda kaygılarını bırakabilecekleri konusunda yanlış bir varsayım vardır ama bu imkansız.”
Farkındalık temelli psikoterapiler (MBCT) ve Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) huzurun gelişmesine yardımcı olur ve iyi bir başlangıç noktası sunar. İnsanların yaşamdaki kapsayıcı belirsizlik sorunuyla başa çıkmalarına yardımcı olmak çok önemlidir. İçgörü geliştiren daha odaklı bir uygulama yapmak oraya ulaşmanın yoludur. İstediğimiz duygusal durum, esnek bir sakinliktir. Bu yüzden iç ya da dış dünyanız kargaşa ile dolduğunda, bir iç çapanız olması için çalışırız.
İlginç bir şekilde, bir kişinin yoğun korku ile mücadele etmeye başladığı yaş genellikle rastgele değildir. Kuzey Kaliforniya'daki Aile Takımyıldızı Enstitüsü müdürü terapist Mark Wolynn, “sorunlarımız ve önceki nesilde olanlar arasında bir bağlantı” olabileceğini söylüyor. Birçok çalışmada, fareler travma yaşamadan travma artıkları sergilemiştir. Dahası, Emory Üniversitesi'ndeki yeni bir fare çalışması, DNA'daki kimyasal değişikliklerin bir sonucu olarak travmatik anıların en az iki nesle aktarılabileceğini buldu. Araştırmacılar Kerry Ressler ve Brian Dias, benzer bir fenomenin insanlarda endişeyi etkileyebileceğini öne sürüyor.
Yaşam boyu kaygının en azından kısmen genlere ve aile geçmişine bağlı olduğu düşüncesi rahatlatıcı. Sadece ben değilim! Sebepleri var. Her zaman sebepler vardır. Lee Lipp'in dediği gibi: nedenleri ve koşulları. ‘’Korku refleksim yıllar içinde merhametle azalmış olsa da, en ufak bir tehlike ipucunda uyanan uyuyan bir kaplana benziyor.’’