Bir önceki blog yazımda psikoloji alanındaki araştırmalara göre kadınlar ve erkekler arasında varoluş, zekâ, ve yetenek konularında anlamlı farklar bulunmamasına rağmen erkeklerin şiddete daha meyilli olduklarından bahsetmiştim (Helgeson, 2016). “Erkekler Mars'tan kadınlar Venüs'ten.” Düşüncesini çoktan çürütmüş olan psikoloji literatürü eğer kadın ve erkek arasında bir fark varsa bu farkın sosyal beklentilerle toplum tarafından yaratıldığını, bunun haricinde biyolojik olarak anlamlı farklar bulunamadığını kanıtlamıştır (APA, 2005).

Türkiye'de bir günde birden fazla “kadın cinayeti” haberi alıyoruz. Haberlerde veya gazetelerin 3. sayfalarında kadına karşı şiddet, mobbing, haksızlık, taciz, tecavüz, ve / veya saldırı haberlerini okuyoruz ve, şiddetin farklı türlerini içeren bu haberler kadınlara göre anlamlı bir oranda fark göstererek “erkek failler” tarafından gerçekleştiriliyor.

Çoğu haber kaynağında kadın edilgen konumda tutularak haber yapılırken (kadın öldürüldü, kadın tecavüze uğradı, kadın taciz edildi) erkekler daha çok etken konumunda (erkek öldürdü, erkek tecavüz etti, erkek taciz etti) ve ne yaptıklarından çokça bahsedilmiyor, normal olarak failini bilmediğimiz bir suçun neden işlendiğini sorgulamak kimsenin aklına gelmiyor gibi görünüyor. Akıllara gelmeyen bu sorunun mantıklı bir cevabı olsa gerek çünkü tüm dünyada “cins kırımı” var, erkekler sistematik bir şekilde kadınlara şiddet uyguluyor, taciz ediyor, tecavüz ediyor, ve / veya öldürüyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız platformunun verilerine göre 2022 yılının ilk üç ayında erkekler tarafından öldürülen kadınların sayısı “73”. Buna ek olarak “68” şüpheli kadın ölümü veriler arasında yer alıyor (Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, 2022). 

     Erkeklerin şiddete meyilli olmalarının çeşitli faktörleri var, bunlar; kültürel, çevresel, sosyal, ekonomik, psikolojik, psikopatolojik, politik vb. faktörler olarak çeşitlendirilebilir. Bu yazıda kültürel / çevresel / sosyal ve biraz da politik olan faktörlerden olabildiğince bahsetmek istiyorum. Doğan Cüceloğlu’nun kullandığı “kültür robotu” isimli bir terim vardır. Birçok insan doğduğu kültürün içerisinde büyürken etrafında olup bitenlerden oldukça etkilenir. Bazı kültürler çeşitli ritüellere ve geleneklere çok bağlıdır, hele ki böyle bir kültür iklimine doğuluyorsa içine doğulan kültür çocuğun bakım verenlerini, çevresini ve içine doğduğu hayatı çoktan belirli kalıplar çerçevesinde oluşturmuştur. Kültürü, gelenekleri, ritüelleri sorgulamadan kabul edip devam ettirdiğimiz noktalarda hepimiz adeta birer kültür robotu oluveririz. Üstüne “ataerkil” bir toplum kültürünün parçasıysak çocukluktan itibaren zaten kadın ve erkeğin eşit olamayacağına inanarak, bu inancı eylemlere dökerek büyümemiz çok olası görünüyor. Ataerkil toplumlarda erkeğin sözü egemendir. Türk toplumunu da ataerkil bir toplum olarak tanımlıyoruz.

     Erkeğin üstün bir cins olarak atandığı bu sistemde dedeler, babalar, veya erkek büyükler yemek yemeden ilk lokma alınmaz, ailedeki / çevredeki / özel hayattaki erkek bireylerin sözü daima daha üstün sayılır, özgürlükler ve kısıtlamalar daima onların kontrolüne bağlıdır, bu sistemin içerisinde erkekler bağımsız, güçlü, para kazanan, özgür, dışa dönük, sinirli, otoriter olarak tanımlanırken; kadınlar bağımlı, güçsüz, içe dönük, hoşgörülü, naif, yetersiz olarak tanımlanır ve ikinci / alt / geri planda olan cins gibi görülür. Kadının bakım verme rolü çok baskındır. Kadın evde olmak, çocuk bakmak, aile bireylerine bakım vermek görevleriyle yani ev içi işlerle yükümlüdür (Aktaş, 2013).

     Feminen olan kişi ve davranışlar “kötü” ve “erkekliğe aykırı” olarak tanımlandığından erkekler tarafından kadınlara, ve özellikle gay erkeklere karşı ciddi bir şiddet gösterme eğilimi gözlemlenmektedir. Gay erkeklere karşı şiddetin en önemli gerekçesi bir erkek heteroseksüel değilse erkek değildir, kadınsıdır ve feminendir mantığıdır. Feminen olan kişiye benzeme veya feminen olan davranışı benimseme korkusuyla tehdit olarak algılanan herkes ve her şey şiddetin hedefi olabilir, feminen olana benzeme stresi oldukça yoğun yaşanır (Baugher & Gazmararian, 2015). İdeolojisi böylesine eşitlik barındırmayan bir kültürde erkeğin kadın üzerinde egemen olmak istemesi ve buna bağlı yaptırımlar uygulaması çok olası. 

     Tüm bu anlattıklarıma ek olarak toplum tarafından beklenilen “göster erkekliğini, adam gibi adam ol, erkek adamsa yapar, erkek dediğin karısının / kız kardeşinin / sevgilisinin namusunu korur” ideolojileri bazen bunu yapmaya isteksiz olan erkekleri bile belirli yaptırımlara zorluyor.

    Yapılan araştırmalarda “maskülen cinsiyet rolü stresi” (maskülen cinsiyet rolü normlarına tamı tamına uymak isteme, uymadığı takdirde sonuçlarından korkma) ağır basan erkeklerin bu stresi yaşamayan erkeklere göre daha fazla partner şiddeti uyguladığı, daha “anti-feminen” yani “maço”, “maskülen”, “erkeksi” davrandığı bulunmuştur (Baugher & Gazmararian, 2015). Toplumda kazandıkları bir statü olan “erkekliği” kaybetmemek üzerine bir davranış sistemi oluşturmaya çalışan erkek bireyler bizi “kırılgan erkeklik” kavramıyla da tanıştırmış oluyor. Zor kazanılıp kolay kaybedilen bir statü olan “erkeklik” erkek bireylerin toplumdaki saygınlığı, otoritesi, tanınırlığı için gerekli bir araç (Sakallı & Türkoğlu Demirel, 2019). Kimi zaman “erkeklik” sihirli bir kelime gibi pek çok iş fırsatının, makam / mevki terfisinin kapılarını aralamaya yardımcı oluyor.

   Yapılan başka bir araştırmada erkek bireylerin “erkeklik”lerini kanıtlayabilmek için daha fazla kırmızı et tükettiği dahi araştırma bulgularındandır (Mesler et. al., 2022).  Erkeği ve erkekliği sinirlilik, agresiflik üzerinden tanımlayan ataerkil sistem, agresif olmayı, şiddet uygulamayı ve benzeri olumsuzlukları “mübah” kıldığı için erkek bireyler tüm yaptıklarını “normalleştirme” hatasına düşebiliyor. Bunun yanı sıra eğer şiddet suçunun işlendiği ülkede şiddet mağdurlarını koruyacak, şiddet faillerini de gerektiği gibi cezalandıracak yeterli hukuki ve politik adımlar atılmıyorsa, bu ataerkil düzendeki şiddete eğilimi yüksek erkek bireylerin suç işleme ihtimalini oldukça artıracak bir diğer risk faktörü olarak karşımıza çıkabiliyor. 

     Bireylerin içinde yaşadığı kültür, bulunduğu sosyal çevre, bağlı oldukları devlet, hukuki sistem ve politikalar insanların hayatını önemli derecede etkileyen etmenler. Erkeklerin uyguladığı / ürettiği şiddet sadece Türkiye’de değil tüm dünyada yaygın bir gerçek. Bu gerçeğin önüne geçebilmek için toplumdaki her bireyin bu konuda farkındalıklarını artırmak gerektiğini düşünüyorum. Gerekli politik, toplumsal ve bireysel aksiyonlar alındığında sistematik şiddet ve cins kırımı azalarak bitmeye yüz tutacaktır. Okuduklarınızı paylaşarak bu farkındalığı yaymaya yardımcı olabilirsiniz. 

 

Şiddet’in hiçbir yüzünü görmeyeceğimiz günlerin temennisi ile. 

 

Referanslar

Aktaş, G. (2013). Feminist söylemler bağlamında kadın kimliği: Erkek egemen bir toplumda 

kadın olmak. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi30(1). 

APA. (2022). Men and Women: No Big Difference.

https://www.apa.org/topics/personality/men-women-difference  

Baugher, A. R., & Gazmararian, J. A. (2015). Masculine gender role stress and violence: A 

literature review and future directions. Aggression and Violent Behavior24, 107-112. 

Helgeson, V. S. (2016). Psychology of gender. Routledge.

Mesler, R. M., Leary, R. B., & Montford, W. J. (2022). The impact of masculinity stress on 

preferences and willingness-to-pay for red meat. Appetite171, 105729. 

Sakallı, N., & Türkoğlu Demirel, B. (2019). “Erkek” olmak ya da olmamak: Sosyal psikolojik 

açıdan erkeksilik/erkeklik çalışmaları.