Modern psikiyatrinin kurucularından olan ve hastalıkların sınıflandırılması ve tanımlanmasında bugün de etkisi süren Emil Kraepelin ile Alzheimer Hastalığını bulan Alois Alzheimer 1903-1912 yılları arasında Münih’te bir psikiyatri kliniğinde birlikte çalıştılar. Bu süreçte hem hastalar üzerine gözlemler hem de laboratuvarlarında araştırmalar yaptılar. Kraepelin ve Alzheimer, psikiyatrik belirtilerin kökeninde merkezi sinir sistemine ait fiziksel bozuklukların yattığını ileri sürdüler. Ancak Kraepelin 1906’daki Alman Psikiyatri Derneği toplantısında bu hipotezi sunduğunda ciddiye alınmadı. Bu iki önemli bilim adamının da üzerinde çalıştığı alan hastalarda ortaya çıkan bilişsel kayıplardı. Alzheimer’ın çalıştığı demans grubunda bilişsel bozukluklar daha şiddetli ve hızlı seyirliydi. Nisan 1906’da hastası Auguste D.’nin ölümünün ardından onun beynini mikroskobik olarak inceleyip günümüzde Alzheimer hastalığının göstergeleri olarak bilinen plakları ve nörofibriler yumakları tanımlayan ilk kişi oldu.
Bir asırdan daha uzun zaman önce ünlü Alman bilim adamı Emil Kraepelin, manik depresif delilik (günümüzdeki karşılığı bipolar bozukluk) ve erken bunamayı (günümüzdeki karşılığı şizofreni iki ayrı durum olarak tanımlamadan önce, psikiyatrik bozukluklar bir bütün halde, tek bir gruptan oluşmaktaydı. Psikiyatrik bozuklukların tanımlanmasında ve sınıflandırılmasında çığır açan bu dikotomik görüş, ilk yıllarda kısa süre eleştirilmiş ve Kraepelin’in ölümünden sonra ise tartışmasız kabul edilmiştir. Sonraki yıllarda, Kraepelin’in kullandığı bilimsel yöntemler tartışılmasına karşın, dikotomik önermesi geçerliliğini sürdürmüştür. Nitekim, klinisyenler arasında dil birliği oluşturma temel gayesiyle Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından yayımlanan psikiyatrik bozuklukların tanısal ve istatistiksel el kitabı DSM’nin ilk sürümünden, günümüzde yaygın kullanılan son sürümü DSM-IV’e kadar, klasik dikotomi görüş çekirdek olarak korunmuştur. Klinisyenler Kraepelin’in bu bakışının cazip gelmesi, kavramsal olarak kolay olması ve sıklıkla karmaşık klinik durumlar üzerine net klinik tanıya ulaşmak için insiyatif almalarına izin verecek esneklikte olmasına bağlı olabilir. Bununla birlikte, birçok klinisyen, dikotominin avantajlarını kullanmaya gönüllü olmakla beraber, her iki bozukluk arasındaki nadir görülen durumlarda kategorik yaklaşımın tanımlamadaki yetersizlikleriyle karşılaşmaktadır. Psikiyatristler, sınıflandırmayla ilgili sorunlarla uzun süre başa çıkmak için uğraştıktan sonra, cevabı psikiyatri genetiğinde aramaya başlamışlardır. Schulze, 70 yıldan daha uzun zaman önce aile çalışması yöntemini, Kraepelin’in şizofreni alt tipleri sisteminin geçerliliğini değerlendirmek için kullanmıştır (3). Özellikle son yirmi yılda, bağlantı, ilişki ve gen tanımlama çalışmaları başta olmak üzere, psikiyatri genetiği alanında yapılan araştırmalardaki patlamaya tanıklık etmekteyiz. Genetik epidemiyoloji, psikiyatrik nozoloji üzerinde her zaman şekillendirici ve geçerlilik sağlayıcı bir etkiye sahiptir. Beklentiler, bu gelişmelerin psikiyatrik hastalıkları kavramsallaştırmak ve tanı koymak için kullandığımız sınıflandırma anlayışını kökten değiştirebileceği yönünde yükselmeye başlamıştır.
Kendi konusuyla ilgili birçok değerli çalışma yaptı: zihin testlerinin işlenmesi; karşılaştırmalı psikiyatri; kriminoloji incelemeleri v.b. Ama asıl ününü hebefreni, katatoni ve paranoya bunamasını erken bunama çerçevesi içinde birleştirmesine borçludur. İlk kez ruhsal hastalıklar Kraepelin'le bedensel hastalıklar gibi, hastalık olarak kabul edilmişlerdir. Anatomi, fizyoloji, biyolojiden yararlanılarak beyin patalojisini araştıran araştırmalar yapılmıştır. Çeşitli bilimlerin dünyayı ve insanı açıklama girişimlerinde karşılaştıkları sınırlar konusunu ele alan alman filozof ve psikiyatri uzmanı. Kant'tan ve Kierkegaard'dan esinlenerek, nazizme karşı çıkan felsefe sistemiyle, insan varlığını yüceliğe ileten yolu çizmeye çalışmıştır.
Emil Kraepelin bu hastalığı günümüz tanı kriterleri ve sınırlarına ışık tutan bir çerçevede tanımlamış; böylece diğer hastalıklardan ayırmıştır. Aynı yüzyılın ortalarında ise antipsikotik ilaçlar klorpromazin adlı ilaç ile piyasada yer almaya başlamıştır. O zamana kadar yatılı tedavi gören hastalar ayakta tedavi yolu ile sürecin çoğunu yakınlarıyla geçirmeye başlamışlardır. Günümüz bilim anlayışı ve teknolojik değişimlerin etkisi ile şizofreninin nöro-kimyasal süreçleri ve çeşitli psikoloji kuramlarıyla psiko-sosyal yönü büyük oranda açıklanmıştır. Fakat sorulmalıdır ki tüm bu “ilerleme” bu hastalığa sahip kişilerin öteki olmadığı anlamına gelir mi? Tarihsel konumları ve geçmiş anlamlandırmalar post-modern dünyada farklı bir formda devam ediyor olabilir mi?
Kaynakça:
Möller HJ. Systematic of psychiatric disorders between categorical and dimensional approaches; Kraepelin’s beyond. Eur Arch Psychiatry Clin Neurosci 2008; 258 (Suppl.2):48-73.
Craddock N, Owen MJ. The beginning of the end for the Kraepelinian dichotomy. Br J Psychiatry 2005; 186:364-366.
https://tpdyayin.psikiyatri.org.tr/Book.aspx?book=69
https://madalyonklinik.com/blog/sizofreni-yazilari-i-sizofreni-ve-damgalama