Sana buraya bazı şeyler koyuyorum. Yol boyunca aklında olsun. Lazım olursa açar okursun, Olmazsa da olsun, bir zararı yok burada dursun.
Şuraya bir cümle koydum. Bırak, acımızı birileri duysun. Hem zaten şiir niye var? Dünyanın acısını başkaları da duysun!
Acı mıhlanıp bir kalpte durmasın. Ortada dursun. Olur ya biri eline alır okşar, biri alnından öper. Az unutursun.
Buraya tabiatı koydum. Ağaçları, suyu, ovayı, dağı. Onlar bizim kardeşimiz, çok canın sıkılırsa arada onlarla konuşursun.
Buraya, küçük mutlu güneşler koydum. Günlerimiz karanlık ve çok soğuyor bazı akşamlar, ısınırsın.
Buraya, bir inanç bir inat koydum. Tut ki unuttun, tekrar bak, o inat neyse, sen osun.
Buraya yolun yokuşunu koydum. Bildiğim için yokuşu. Zorlanırsa nefesin, unutma, ciğer kendini en çabuk onaran organ, valla bak, aklında bulunsun.
Buraya umutlu günler koydum. Şimdilik uzak gibi görünüyor, ama kimbilir, birazdan uzanıp dokunursun.
Birhan Keskin - Kargo
Geçenlerde Sezen Aksunun sohbetlerinden birini dinlerken bir cümlesine denk geldim. Dedi ki, “ hayat düğün ve cenazedir.” İnsan dedim sonra, insan nasıl da göğüslüyor bunca yaşadığı acıyı. İnsan, etten ve kemikten. Nasıl da sindiriyor tüm zehirleri bu bedende; taş olsa çatlar, dağ olsa beli bükülür, demir olsa erir. İnsan, nasıl da bahar bahar çiçek açıyor tam o kan revan vurulan yerlerinden...
İnsan, nasıl da renk renk hayat kokuyor. Toprak kahverengisi gerçeklik zemini, bir o kadar da toz pembe düşler, kan kırmızı közlenmiş acılar, güneş gibi parlak sevinçler, küllendiren gri çaresizlikler, bazen masmavi huzur, bazen tupturuncu capcanlı bir enerji kabına sığmayan, bazen tutku, bazen yas, bazen zafer, bazen yenilgi... Her zaman her şeyden biraz biraz ama bazen hepsi aynı anda.
Yaşamaktı bu. Zaten hayatın kendisi de bize bunu kafamıza vura vura öğretiyor. Bu bazen yaşla öğreniliyor bazen tecrübeyle. Hayat kime nasıl davranmış, kestirmesi zordur. Kiminin yolu çentikli, kiminki mayınlı, kiminkine gül dökmüşler anlamak zordur. Çünkü aslında çoğu zaman yolun çentiklerinde güller, bir karış ötesinde mayınlar yürüyüp dururuz. Bu yolculukta hakiki meziyet; payına düşeni alabilmek, kendi yolundan zevk alabilmek olsa gerek. Çünkü başkalarının yollarına baktıkça takılıp düşeriz. O kadar da net değildir her şey bu hayat sarmalında. Her şeyden biraz biraz varken biz bu hikayeden bir parça seçer ve oraya kıvrılır uyuruz.
Bir şekilde bu akışta kendi yerimizi buluyoruz. Bu akışa ayak uydurmayı öğreniyoruz. Düştüğümüz yerden kalkmayı, kalktığımız yerden doğrulmayı, doğrulduğumuz yerden bükülmeyi, öldüğümüz yerlerdense dirilmeyi öğreniyoruz.
“Kırılan dallar gibiyim
Ben her bahar dirilirim
Gizli bir kaynaktı içim
Kendime bir yol bulurum”
Ben Her Bahar Aşık Olurum- Sezen Aksu
Aslında hiçbir şey bilmediğimiz bir gelecek karşısında bazen koca bir bilge kesiliyoruz daha 17 iken. 50’lerimize gelince ise küçük bir çocuk oluyoruz. Yere düşen bardağa darılıyoruz. Zıtlıklarla bir harmoni içindeyiz. Bu harmonide nasıl dans ettiğimiz ise bizim bu hayatı yaşayışımız. Tezatlıkların ahengine ayak uydurabiliyor muyuz? Çünkü insan olmak böyle bir şey; düğün ve cenaze.
Elimizden tüm kayıp gidenlerin mezarlığının yanına kurulan düğün alayından oluşuyoruz. Güneşli günlere gebe yarınlardan, dünleri eksiltiyoruz. Hayat bu döngünün arasında debelenirken biz bu çelişkileri kucaklayabilmek adına genişlemeyi öğreniyoruz. Çelişkileri kucaklayabildiğimiz ölçüde olgunlaşıyoruz. Reddettiğimiz kadar boğulup hareket etmeye çalıştıkça çakılıyoruz olduğumuz yere.. Kabul edebilmenin büyük lüksünü yaşatan o ayrıcalıklı rahatlığı istiyoruz, ama hiç bir şeyi de kabul etmek istemeden. Hayat düğün ve cenazedir, biraz ölür biraz doğarız.
“İnsan, insan derler idi
İnsan nedir şimdi bildim
Can can deyu söylerlerdi
Ben can nedir şimdi bildim.
Kendisinde buldu bulan
Bulmadı taşrada kalan
Canların kalbinde olan
İnanç nedir şimdi bildim.
Bir kılı kırk yardıkları
Birin köprü kurdukları
Erenler gösterdikleri
Erkân nedir şimdi bildim.
Sıfat ile zat olmuşum
Kadr ile berat olmuşum
Hak ile vuslat olmuşum
Mihman nedir şimdi bildim.
Muhyiddin eder Hak kadir
Görünür her şeyde hazır
Ayan nedir, pinhan nedir
Nişan nedir, şimdi bildim.”
Muhyidin Abdal