Savaş ve çatışma olgusu, bireyin varlığına yönelen en yıkıcı eylemlerin başında gelir. İnsanı ve onun birikimini yok ederek geçmişten geleceğe büyük acılara sebep olan bu durum, yaşamın birer gerçeğidir. Peki insanlar, barış içinde yaşamakta neden bu kadar zorlanır? Bu soru; evrimsel, biyolojik ve psikolojik açılardan ele alınabilir.
Birey, kendi hayatını korumayı sağlarken diğerleri ile rekabet edip onları yok etme güdüsünü barındırması evrimsel bir yaklaşımdır. Düşük serotonin ve yüksek testesteron seviyesi de biyolojik açıdan çatışmayı açıklar. Bu açıklamalar; antropologların çalışmalarında yer alan insanlık tarihinin eski dönemlerinde çatışmaların aynı şiddette olmadığı varsayıldığında sorunlu görülebilir. Psikolojik açıdan ele alındığında bilimsel olarak savaş ve çatışmaları araştıran ilk psikolog William James; savaşın toplumsal anlamda birlikte olma ihtiyacı uyandırdığını, bireysel anlamda canlı, dinamik ve bencil hissettirdiğini açıkladı. Grup kimliği ile ilişkisi bakımından çatışma aktörleri, kendisinden farklı olanı ‘öteki’ olarak değerlendirip haklarından yoksun bırakma, sömürme, ezme ve öldürme davranışlarında cesaret bulabilir.
Bireyin koruma içgüdüsünü harekete geçiren ve güven duygusunu zayıflatan yaşantı, fizyolojik problemlerin yanında ruh sağlığını da olumsuz etkiler. Kalıcı izli travmatik deneyimler bırakabilecek bu durum özellikle kırılgan gruptaki kişileri (çocuk, yaşlı, engelli, travmatik deneyimli vb.) derinden sarsar. Çatışma durumunun uzaması ile birey, yaşama arzusu ve ölüm tehlikesini birlikte hissederek korku duyar. Sonrasında bu duygu belirsizlik ile birlikte kaygıya dönüşür. Baskıların şiddeti ve bireyin direnci psikolojik yıkımın belirleyicisidir. Bir amaç ve birliktelik direnme ve buna bağlı savaşma arzusu doğurur. Tüm bunların içinde savunmasız kalan bireylerde; yoğun stres, depresyon, savaş şoku ve TSSB görülür. Yapılan bir araştırmada, Bosna, Kamboçya, Orta Amerika, Orta Doğu ve Ruanda’da savaşa maruz bırakılmış 5-17 yaş aralığındaki 7.920 çocuğu kapsayan 17 çalışmanın bulgularına göre çocuklarda en fazla gözlenen psikiyatrik bozukluk %47 oran ile TSSB’dir. Bununla birlikte, %43 oranında depresyon ve %27 oranında anksiyete bozukluğu görüldüğü tespit edildi. Aynı çalışmada; şiddet eyleminin kurbanı ya da tanığı olma, bombalamaya maruz kalma, sevdiği bir yakınını yitirme gibi travmatik yaşantıların TSSB gelişimi açısından risk faktörü olduğu saptandı (Yetim, 2021).
Günümüz zemininde çatışma bölgelerinde ciddi sıkıntılar görülür. Dünyanın en büyük mülteci nüfusunu temsil eden Filistin halkı, işgal edilen topraklarının yanı sıra komşu ülkeleri ile yaşadığı problemler sonucunda sağlık problemleri yaşar. Nüfusunun %40’ını oluşturan çocuklar; çatışma, yoksulluk ve göçten etkilenir. Filistin’de, 2000 yılından bu yana 1800’den fazla çocuk işgal politikaları sonucu öldürüldü. UNICEF’in raporları sonucu İsrail tarafından gözaltı ve tutuklamalar ile çocukların fiziksel ve psikolojik işkencelere maruz kaldığı kayıtlara geçti (Waterson ve Nasser, 2017). Süregelen çatışma şiddetinin içinde yaşayan 83 Filistinli çocukla çalışan Barron, Abdallah ve Smith (2013), bu çocuklardan %83’ünün yakın bombalamaya şahit olduğunu, %78.3’ünün ölü bir bedenle karşılaştığını, %77.1’inin aile üyelerinden birinin yaralandığını ve %74’ünün birinin öldürüldüğünü gördüğünü ortaya koydu. Bu istatistiki bilgiler ile birlikte TSSB prevelansının Filistin’de yaşayan çocuk ve ergenlerde %70’lerde olduğu tespit edildi (Çal, 2019). Aynı zamanda erkeklerin çatışmalarda yaşamını yitirmesi ya da tutuklanması sonucu kadınların ev içindeki rollerinin artması da çeşitli ruh sağlığı sorunlarını beraberinde getirdi (Afana, vd, 2004). Sağlık hizmetlerine erişim noktasında yaşanan problemler, ruh sağlığı merkezlerinin yetersizliği, var olan sağlık kuruluşlarının saldırıya uğraması sonucu bireyler ciddi bir krizle karşı karşıyadır.
Savaş ve çatışma sonrası yıllara bakıldığında TSSB gelişimine yönelik en güçlü öngörücünün birikimli(kümülatif) travma yani doz etkisi olduğu vurgulanır. Buna bağlı olarak herkeste aynı ölçüde ruhsal problemler olmayacağı gibi travma etkisine bağlı olarak psikolojik dayanıklılığı güçlü bireylerde bu etkiler daha az yoğunluk gösterebilir.
Ne kadar barış için çabalamaya devam etsek de dünyanın farklı coğrafyalarında çatışmalar ne yazık ki devam ediyor. Çatışma bölgelerindeki bireylerin fizyolojik ihtiyaçlarının yanında ruh sağlığı problemleri de şimdi ve gelecekte bir tehlike unsuru oluşturuyor. Bu noktada, insanın en temel hakkı olan yaşam hakkını korumada; uluslararası toplumun, sivil hareketlerin ve bilimsel çalışmaların desteği ve duyarlılığı önem taşıyor.
Kaynaklar:
Afana, AH., Qouta, S., Sarraj, EE. (2004). Mental health needs in Palestine. Gaza Community Mental Health Programme, HPN.
Al-Krenawi, A., Graham, JR., Sehwail, MA. (2004). Mental health and violence/trauma in Palestine: ımplications for helping professional practice. journal of comparative family studies, 35(2): 185-189.
Çal, R. (2019). Savaş ya doğal afet sonra çocuk ya ergenlere uygulanan okul müdahaleleri ruh hali gösterdi etkili bir onu sistematik derleme. Talim, 3(1): 71-102.
Güçlücan, Z. (2003). Savaş Psikolojisi. E-Psikiyatri.
Marie, M., Hennigan, B., Jones, A. (2016). Mental health needs and services in the West Bank, Palestine. International Journal of Mental Health Systems, 23.
Snoubar, Y., Karataş, K. (2015). Bir sakatlık nedeni olarak savaş, çatışmalar ve engelli çocukların hakları: Filistin örneği. Ufkun Ötesi Bilim Dergisi, 14(1).
Taylor, S. (2020). Savaş psikolojisi: insanlar barış içinde yaşamakta neden bu kadar zorlanıyorlar?. Evrim Ağacı.
Waterston, T., Nasser, D. (2017). Access to healthcare for children in Palestine. BMJ Paediatr Open, 1(1).
Yetim, O. (2021). Suriyeli göçmen ergenlerde travma, benlik saygısı, psikolojik dayanıklılık ve psikiyatrik belirti ilişkisinin değerlendirilmesi. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi(Uzmanlık Tezi).