Dillere destan olan, asırlardır süregelen, canlıların varolduğu hemen hemen her yerde filizlenen, kimi zaman sevinç verip neşeyle dolduran kimi zaman hüzün veren ve can acıtan, uğruna şarkılar şiirler yazılan, filmler diziler çekilen, çoğumuzun hayatından geçmiş veya geçmekte olan; aşk. Ne kadar aşinayız değil mi bu kelimeye? Günde en az bir kez yolumuz kesişiyor elbet çünkü herkesin aşka dair, âşık olmaya dair, sevmeye, sevgiye ve sevilmeye dair bir fikri, daha da önemlisi hissi var. Bir anlatmaya başlasak kim bilir neler anlatırız her birimiz, bambaşka hayatlardan bambaşka aşk hikayeleri... Mesela;

‘’Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım, 

  Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum.’

diye anlatmaya çalışıyor Turgut Uyar, çok severim. Bir el ile kalabalık olmakta bulmuş aşkı, ne manalı, ne manidar.

‘’Sevmek zor iştir.’’

diyor Bell Hooks, haklı da. Bana sorarsanız, sevdin mi adil olmalısın, ayırmadan, sınırları ihlal etmeden, yaralamadan, üzmeden, aksine iyileştirircesine. Adil olmak, insana zor gelen bir meziyet. 

‘’Ben sende tutuklu kaldım.’’

der Sezen Aksu. Tutuklu kalmak ama hapsetmemek. Kendi duygularının sorumluluğunu alabilmek, ben gidemiyorum diye, diğerini de mahkum etmemek. Bilirsiniz, Sezen… ‘’Kendi hayatımdan çaldım.’’ der zaten.

     Fakat benim niyetim zaten milyonlarca sanatçının, şairin, müzisyenin veya yazarın yaptığını yapmak değil bugün. Bir kez olsun farklı bir şey yapmaya çabalayalım diye çıktım yola. ‘’Aşk nedir?’’ Üzerine üstadlar çok konuşmuş belli ki. Bu kez naçizane ‘’Aşk ne değildir?’’ e bakalım istiyorum sizlerle, ne dersiniz?

     Birini sevmek veya âşık olmak alışılmış duygulardan ne kadar farklı değil mi? Değer vermek, şefkat duymak, hayatı paylaşabilmek, aynı duygularda hemhal olabilmek, saygı gösterebilmek, tek düzeliğe başkaldırabilmek, normları birlikte kırabilmek, güvenebilmek, sınırlar çizebilmek, sınırlar dahilinde esneyebilmek, beraber fikirler üretebilmek, anlamak, anlamaya gönüllü olmak, anlatmak, kabul edebilmek, hiçbir yaptırım ile zorlamadan kendi oluşuna alan tanıyabilmek, bazen düşmek ama kalkmaya çabalayabilmek, birlikte özgürleşebilmek ama aynı zamanda da bağlı olmak ve fakat kalpten. Ne kadar olumlu, dingin duygular ve yapıcı kelimeler sarf etmişiz fark ettiniz mi? Peki burada günlük hayatın dinamiğinde deneyimlediğimiz, duyup gördüğümüz, bazen tanıklık ettiğimiz bazen de bizzat yaşadığımız ne eksik gibi geldi sizlere? Ben size eşlik edeyim, şiddet. Günümüzde ‘’aşk’’ uğruna işlenen kadın cinayetlerinin sayısı giderek artıyor. ‘’Aşk’’ uğruna tehdit mesajları alan insan sayısı, partnerlerinin kişisel sınırlarını ihlal eden insan sayısı ne kadar fazla. Günümüzde ‘’aşk’’ uğruna ne kadar çok kötü şey yaşıyor, yaşatıyor insanlar ve buna maruz kalan insan sayısı ne kadar fazla. Günümüzde fark ederek ya da fark etmeden partnerine flört şiddeti, fiziksel şiddet, psikolojik şiddet, cinsel şiddet uygulayan insan sayısı, ne kadar fazla?

 Çok, çok fazla. 

     Oysa biz aşk’ı ne güzel tanımlamaya çabaladık, paylaşabilmek ve aynı duygulara sahip olabilmek dedik, izin verebilmek, saygı & sevgi ve şefkat gösterebilmek, özgürleşebilmek dedik, peki öyleyse günlük hayattaki aşkın içerisinde şiddetin rolü nerede? 

     Hiçbir yerde, hiçbir yerinde olmamalı.

     Aşk, partnere karşı ‘’bana sosyal medya hesap şifrelerini vereceksin’’ klişesiyle sınırlarını ihlal ederek flört şiddeti uygulanan, ‘’sevdiğim için kıskandım’’ süsüyle partneri darp ederek ya da döverek fiziksel şiddet uygulanan, ‘’dış görünüşüne biraz çekidüzen ver’’ bahanesiyle partneri toplumsal normlara uydurmaya çalışıp psikolojik şiddet uygulayarak kalıplara sokmaya çalışan, ‘’bana güvenmiyor musun? / ben istersem bu iş olacak’’ baskısıyla partnerin onay vermediği herhangi bir cinsel davranışta bulunarak cinsel şiddette bulunulan bir ilişki biçimi değil. Hiçbir ilişki biçimi, şiddet barındıran türden bir ilişki biçimi değildir, olmamalıdır.

     Aşkı ne kadar çeşitli tanımladık, tek kelimeye tek bir düzene sığdırmadık, normlardan uzak dedik, tek düze değil dedik, şefkatli dedik, anlayışlı ve saygılı diye de ekledik. Bence günlük hayatta pratiğini çok sık yaptığımız, duyduğumuz ya da gördüğümüz bir şey daha eksik aşkın tanımında. Bunu düşünme hakkını da size vermek isterim. Hemen ardından iki başlık ekleyerek devam edeyim; ayrımcılık ve nefret söylemi. Bugün ülkemizde ve dünyada ne kadar çok insan heteroseksüel olmadığı için yargılanıyor. Bugün ülkemizde ve dünyada ne kadar çok insan heteroseksüel olmadığı için dışlanıyor, görmezden geliniyor ve hiçe sayılıyor. Bugün ülkemizde ve dünyada sosyal sınıf farkındalığı, etnik köken farkındalığı yahut çeşitli bir ‘farklılık’ yüzünden ne kadar insan aşkından ve duygularından mahrum bırakılıyor. Bugün ülkemizde ve dünyada ne kadar çok insanın duyguları normlara ve tek düzeliğe uymadığı için yok varsayılıyor, bastırılıyor?

Çok, çok fazla.

     Oysa normlardan uzak demiştik aşk için. Kucaklayıcı bir tanımlama yapmıştı her bir üstad. Kabullenici ve saygılı duracaktık, aşk böyle bir şey olmalıydı, peki öyleyse günlük hayattaki aşkın içerisinde ayrımcılık ve nefret söyleminin yeri nerede?

Hiçbir yerde, hiçbir yerinde olmamalı.

        Aşk, tekdüze değildir. Homoseksüel, biseksüel, heteroseksüel, aseksüel, siyahi, beyaz, ekonomik statüsü iyi veya değil, eğitimli veya değil, alevi ya da sünni, kısaca ilişki içerisindeki insanların ‘tek’ düzenine uymadığı için sayılan sıfatların herhangi birini taşıyan insana veya insanlara nefretle baktığınız, herhangi birini ayırdığınız, ötekileştirdiğiniz, kabul etmediğiniz, nefretle baktığınız bir ilişki biçimi veya biçimleri, aslında birer ilişki biçimidir. Hiçbir ilişki biçimi tekdüze değildir, olmamalıdır. İlişki içinde şiddet, nefret, ayrımcılık barındırmayandır; aşk, aşktır. 

        Aşk’ı en güzel, en anlamlı, en saf, en olduğu gibi kim tanımlamış bilmiyorum doğrusu. Tanımlanabilir bir şey mi yoksa tanımlanamaz mı, karşılaştığımızda yaşadığımız hisleri anlatmaya yetecek kelimeleri bulabilir miyiz, bunu da bilmiyorum. Ancak 21. yüzyıl pratikleri her geçen gün aşkın ne olmadığını, neler olmadığını, içinde ne barındırıp ne barındıramayacağını özen ve keyifle bazen acı bazen tatlı bir yol ile bizlere öğretiyor, ben de sizlerle tüm bunları paylaşmaya çalıştım. Şiddetin olmadığı, nefretin ya da ayrımcılığın olmadığı, eşit ilişkilenebildiğiniz, farklılıklara yer verdiğiniz, şefkatli, ve kapsamlı aşklara… tıpkı Birhan Keskin’in anlattığı gibi;

Sevgilim sabahın erkenini seviyor, ben geceyi ve esmerliğini onun,

O dorukları seviyor, korkuyor bundan, ben rüzgarla buluşan tepeyi, tuhaflığı,

Ona bir yeşil gülümsüyor,

Ben, hayatı delice sevdiysem nasıl, diyorum, seni de öyle.

O kendi boşluğunda oyalanan günlerde canı sıkılan bir çocuk gibi uyuyor, ben göğe bakıyorum geceden, kendi çukurunu bulmuş deniz gibiyim diyorum, yanında,

O sabahları eğilip öpüyor denizi.

Çıplağın çıplağımda, rüzgarın dağımda olsun, esmerliğin gecemde, öyle kal.

“Bulutlara bak, gidiyorlar, hızla” diyorsun, yağmur bir yalıyor yüzümü, bir duruyor. 

Sabahları eğilip yüzüme öpüşün geçiyor bir, bir duruyor aklım.

Su ve rüzgar, dağ ve doruk, sonsuz hepsi, oysa camdaki sardunya gibi üşür bana biçtiğin ömür, ölüm geliyor aklıma bir bir, çıplağın çıplağımda.

Rüzgarın dağımda olsun esmerliğin gecemde öyle kal, sana sonsuz sarıldığımda.

Kitap önerisi;

Bell Hooks – Hep Aşka Dair

Yazı Önerisi;

KAOS GL 63. Sayı – Eş Cinsel Aşkta Var