Her birimiz doğduğumuz andan itibaren toplum tarafından önceden belirlenmiş bazı toplumsal kimliklere bürünmek durumunda kalıyoruz. Aslında insanın belirli bir durumdaki varoluş şeklini belirten kelimelere ‘’lık / lik’’ eki geldiğinde toplum tarafından karışılabilir, belirli kuralları içeren, zorunluluklara ve sorumluluklara dayalı, kişinin kendine göre esnetemediği bir rol oluveriyor. Toplumsal kimlik kavramı Bauman’ın perspektifine göre, bireyin yaşadığı toplum ve kültüre göre şekillenen, dil, din, adet, gelenek ve göreneklerin etkilerini taşıyan aidiyet hissi olarak tanımlanabilir (Dalbay, 2018). Örneğin ‘anne’ çocuk sahibi olan kadın olarak tanımlanırken, ‘annelik’ toplum tarafından saçını süpürge etmek, kutsallık içermek, her zorluğa katlanmak, cennetin ayaklarının altında olması, fedakarlık yapmak olarak tanımlanıyor. Toplum tarafından yaratılmış ve içi doldurulmuş bazı kimlikler omuzlarımıza olması gerekenden çok daha fazla yük bindiriyor. Üstelik kimlikler yaşam boyu değişerek ve / veya artarak günlük hayatımızda eksikliğini hiç hissettirmiyor aynı zamanda maalesef her insan tek bir kimlikle de kalmıyor, birçok toplumsal kimliği aynı anda taşımak zorunda kalabiliyor. ‘’Annelik’’ toplumsal kimliğini taşıyan bir kadının ‘’Eşlik’’ ve ‘’Kız Evlatlık’’ toplumsal kimlik sorumluluklarını da beraberinde taşıdığını düşündüğünüz an sizin dahi nefesiniz daralabilir… Kimlikler kendileriyle birlikte kalıplara sokulmuş ve asla esnetilemeyen kuralları da beraberinde getirmese pek bir sorun yok ama hal tüm toplum ve bazen dünya tarafından benimsenmiş, dayatılan katı kurallara uymak olunca işin rengi biraz değişiyor. Bana göre toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en büyük sebebi olan bu toplumsal kimlik ve roller bakalım bizlere ne gibi sorunlar yaşatıyor, bunu en iyi ‘’Anneler Günü’’ örneği ile anlatabileceğimi düşünüyorum, hadi gelin!

İnternet’e ‘’Anneler günü neden kutlanıyor?’’ yazdığınızda annelerimize olan minnetimizi göstermek, annelerimize olan sevgimizi göstermek, annemizin ne kadar kutsal ve önemli olduğunu hatırlatmak gibi sonuçlarla karşılaşıyoruz. Anneler günü dışında herhangi bir gün internet’e ‘’Anne’’ yazdığımızda şiddet ve cinayet haberleriyle burun buruna geliyoruz, şimdi konumuz bu değil ama bir gün hediyelerle donattığımız annelerimize kalan 364 gün dünyada en zor anları mı yaşatıyoruz? Sorusu aklımdan çıkmıyor.. Şimdilik konumuza dönelim.. Toplumsal kimliklerden ‘’Annelik’’ olanı omuzlarına alan, toplum tarafından mükemmel olması beklenen, çalışsa dahi evini ve çocuğunu ihmal etmemesi gereken, bu kimliğin altında para kazanıp çalışmanın bir lüks olarak tanımlandığı, ‘’saçını süpürge etmek’’ deyimiyle kendinden daima ödün vermesi gerek görülen, bu toplumsal kimliği taşırken diğer toplumsal kimliklerin getirdiği sorumlulukları da eksiksiz yapması şart olan, kendini çocuğuna yetebilir bir anne yetkinliğine ulaştırması olmazsa olmaz olan, tüm bunları adeta bir makine gibi yaparken toplum tarafından asla beğenilmeyip sürekli işine karışılan, anneler, kadınlar, yani insanların tüm bu dayatılanlardan bağımsız olarak kendi yaşamları ve ayrı, özgün bir benlik kimlikleri var, inanır mısınız?

 Evde anne olan kadınlar, insanlar, dışarıda Aysel, Melek, Cansu, Evrim, Gülru, Beste ve daha birçok farklı kişi, yapı, karakter ve benlik… Gelin buradan biyolojik cinsiyeti ve toplumsal atanmış cinsiyeti birbiriyle örtüşen ve bedenine ait hisseden bir kadını inceleyelim; anne Beste. Toplumsal kimliği olan anneliğe uymak zorunda kaldığı için kendine yeteri kadar vakit ayıramıyor, sorumlulukları arasında sıkışıyor, nefes alamadığı anlar oluyor, çoğu zaman toplum ve çevresi de ona sadece ‘’yardım’’ ediyor, bu yardımın yarısı da söylenip akıl vererek geçiyor, olması gereken eşler arası iş bölümü söz konusu dahi edilmiyor, üstelik ne yaparsa yapsın takdir almayan Beste’nin eşi sırf ona ‘’yardım etti’’ diye övüle övüle bitirilemiyor. Bununla da kalmıyor tabii Beste’nin yaşadıkları, neyse ki ‘’Anneler Günü’’ var da tüm bu kötü deneyimleri ‘’bir’’ günde silebileceğiz derken Besteye alınan hediyeler her zaman ki gibi şaşırtmıyor… Mutfak robotu, makyaj malzemesi, spor salonu üyeliği (Büyük ihtimalle zayıflayıp formunu korusun diye alınacak, sağlığıyla pek bir alakası olmayan bir hediye, çünkü sağlığı ile alakalı olsaydı Beste’nin uyku düzenini düzeltmesi öncelikleri olurdu, bunu önemseyen eşi çocuğu her gece sadece Beste’nin denetimine emanet edip onu geceler boyu uykusuz bırakmazdı, bu yeni çağın yeni trend’i.), çiçek, mücevherat, giysi, çanta gibi ‘’Anneliğe’’ dair ama ‘’Anneye’’ yani ‘’Besteye’’ dair olmayan popüler hediyelerden biri Beste’nin önüne geliveriyor. Buraya kadar hikayemiz nasıl gidiyor? Durun daha bitmedi. Beste başta biraz seviniyor, anne olduğunu hatırladığı ve değer verildiği bir gün olduğundan fakat hemen sonra aldığı hediyede bir ‘’atanmışlık’’ seziyor, çoğu zaman tek başına yetişmek zorunda kaldığı sorumluluklarını, uykusuz gecelerini, emiyor mu? Sorularını, yedirmiyor musun zayıf bu çocuk sorularını, bak çocuk üşür ne biçim annesin sen? leri, bakıcıyla çocuk mu büyütülür sakın emanet etme’leri, çatlak kremi aldın mı doğumdan sonra çoğalıyor çatlaklar cümlelerini, hamilelikte kaç kilo aldın hala verememişsin imalarını, e çocuk büyüdü artık sen de işe dönme artık alışmışsındır baskılarını, çok büyük ihtimalle lohusalık depresyonu ile uğraşırken çaresiz kaldığında kimsenin onu anlamayışını, çocuğunu üniversiteye yollamak için kendinden ödün verdiği anları, çocuğunun seçtiği ‘’müzisyenlik’’ mesleğine halk dilinde hobisine destek verdiğinde çevresi tarafından gördüğü baskıyı, tükenmişliği ve fazla fedakarlığı hatırlatmıştı sanki ona, yani aynı ‘’atanmışlığı’’ taşıyordu hediyesi. Doğal olarak o küçük sevinç buğulu bir bulut’a dönüştü. Oysa Beste resim ve boya yapmayı çok seviyordu, uzun süredir bir portre çizmek istemişti acaba hangi tuvali ve boyaları alsaydı? Evlerinde bir plak vardı ‘’Zeki Müren’’ plağı alsam da arada bir çalsam diyordu. ‘’Orhan Veli’’ ve ‘’Didem Madak’’ en sevdiği yazarlardan, şu meşhur psikoloğunda son kitabı çıkmıştı acaba hangisini alsaydı karar verememişti. Sevdiği kafeye yeni çekirdek kahveler gelmişti denemek istiyordu acaba tatları neye benziyordu? Bilmiyordu. Alanıyla ilgili yeni bir şirket açılmıştı başvurmayı çok istiyordu ama emin olamıyordu, kendine güvenini kaybetmiş gibiydi, keşke yanında ona destek ve moral verecek, onu sadece dinleyecek biri olsaydı. Beste baya bir süredir ‘’Anne Beste’’ydi. Kendi kimliğini unutmuştu, tıpkı benliğini ve kimliğini ona unutturanlar gibi… 

Toplumumuzda birçok Beste kendini unutuyor, unutturuyoruz çünkü unutuyoruz. Bir kadın, bir insan kendini unutursa aldığı nefesten yararlanamaz, yaşasa dahi keyif alamaz, mutsuzlaşır, yalnızlaşır, öfkelenir, beyninin kimyası ve hormonları bile değişir ve bu da doğrudan psikolojik sağlığına yansır, ki böyle bir durumda sağlıklı bir psikolojiden bahsedemeyiz. En kötüsü de ne biliyor musunuz? Biz Beste’leri öyle çok bu ‘’Annelik’’ kimliğine maruz bıraktık ki, şimdilerde anneliğin kutsal olmadığından, bunca sorumluluğu tek başına yapmak zorunda olmadıklarından, tercih ediyorlarsa anne olduktan sonra da çalışmanın lüks değil hak olduğundan, eşlerinin onlarla aynı sorumluluklara sahip olduğundan bahsettiğimizde bunların gerçek olmadığından, evlatlarını en iyi onların tanıdığından, ‘analığın’ bunu gerektirdiğinden bahsediyorlar. Ardından biz kendini görüp, kendi içine dokunup, kendini duyamayan annelerin, iki kişilik görülmüş, iki kişilik içine dokunulmuş, iki kişilik sevilmiş ve duyulmuş, sınırlarını ve doyumu pek bilemeyen çocuklarıyla karşılaşıyoruz her gün toplumda, sokakta bir yerlerde. Eğer erkek iki kişilik duygu yoğunluğuna maruz kalmış bir bireyle karşılaştıysak bize ‘’Annelik kimliğinde boğulmuş Beste’’nin yaşadıkları gibi hissettirmesi ve aynı şeyleri yaşatması ne kadar da muhtemel olacaktır…‘’Anneliğe dair atanmış kimlikler ve hediyeler’’ annelerimizi, kadınlarımızı, insanlarımızı kendilerini annelikten bağımsız bir birey olarak düşünemez hale getirdi. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin çok büyük bir ayağını oluşturdu, fakat artık bizlerin farkındalıkları ile bunun böyle olmaması gerektiğini her geçen gün daha da anlayacak ve yayacağız. 

 Siz bu anneler gününde anneniz için iyi bir şey mi yapmak istiyorsunuz? Annenizin önce bir insan, sonra bir kadın, ve ardından diğer kimlikleriyle birlikte bir anne olduğunu hatırlayıp, bir gün değil her gün annenizin ‘’gerçek’’ kimliğine dokunun. Ona verebileceğiniz en büyük hediye, toplumsal kimliğin atanmışlıkları altında evdeki anneyi ezip, yalnız bırakmamış bir çocuk, bir eş, bir aile…

Barınaktan aldığı hayvanına, bitkilerine, torununa, kurumdan evlat edindiği çocuğa, kendi evladına anne olan, kendini anne gibi hisseden her annenin, her kadının, her insanın anneler günü bir gün değil her gün kutlu olsun!

Referanslar

Dalbay, S., R. (2018). “Kimlik” Ve “Toplumsal Kimlik” Kavramı. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2(31), 161-176