Anksiyete, diğer adıyla kaygı bozukluğunda sürekli gelecek hakkında düşünüp endişe duyma, bu endişelerle uzun süre meşgul olma ve engelleyememe halidir. Yalnız unutmayalım ki kaygı, bedenimizin bilinmeyene verdiği doğal bir tepkidir, ancak bazı koşullar altında bozukluk haline gelebilir. Herhangi bir durumun patolojik olduğuna karar verebilmek için kişinin iş ve sosyal yaşantısındaki işlevselliğini bozuyor olması ve tepkisinin durumla orantılı olmaması gerekir. 


Anksiyete bozuklukları, diğer birçok ruhsal bozukluklar gibi biyolojik, psikolojik ve sosyal faktörlerden etkilenen durumlardır. Dolayısıyla söz konusu biyolojik ve psikososyal faktörlerin birbirini etkilemesi sonucu anksiyete bozukluklarında gerek semptom şiddeti gerekse yaygınlık bakımından cinsiyet farklılıklarının oluşması muhtemeldir.


Peki, anksiyete bozuklukları nelerdir? Bunlardan başlıcaları panik bozukluk, yaygın anksiyete bozukluğu, obsesif-kompulsif bozukluk (OKB), sosyal fobi, agorafobi, özgül fobiler ve travma sonrası stres bozukluğunun olduğunu söyleyebiliriz. Tüm anksiyete bozukluklarında kadınlar erkeklerden daha fazla tanı almaktadırlar. Semptomlar açısından baktığımızda da anksiyete bozukluklarının kadınlarda daha ciddi seyrettiğini görüyoruz. Burada belki sorulması gereken, neden kadınlar daha fazla tanı alıyorlar? Kültürel açıdan bakarsak bunun bir nedeni, yardım isteme davranışının kadınlara yakıştırılması, hatta teşvik edilmesi olabilir. Örneğin bir kadın panik bozukluk yaşıyorsa doktora gidip yardım istemesi görece daha kolaydır. Ancak bir erkeğin böyle bir durumda yardım istemesi onu güçsüz göstereceğinden ne kadar gerekse de mümkün olduğu kadar erteler, mümkünse hiç istemez. Yani bazen erkekler de tanı almaları gerekse de gözden kaçabilirler. Bazen de kadında gelişebilen bir anksiyete bozukluğu kadını kültürel normlara daha uyumlu hale getirebilir. Örneğin bir kadın sosyal fobi yaşıyorsa başkalarıyla konuşurken çok heyecanlanabilir, kızarma, terleme, kalp atışında yükselme gibi fizyolojik tepkiler geliştirebilir ve dili sürçebilir. Bütün bunlardan dolayı yabancılarla konuşmaktan kaçınabilir. Hâlbuki yaşadığı durum tedavi edilebilir bir sosyal anksiyete bozukluğudur.


Tedavi edilmek yerine toplumsal beklentilerden dolayı semptomları pekiştirilebilir de. Bu bağlamda başka bir örnek OKB’dir. Her gün bütün gününü evini dip-köşe temizlemekle geçiren, aynı yerleri defalarca temizleyen, bulaşıkları tekrar tekrar elinde yıkayan, sürekli çamaşır suyuyla evdeki tüm yüzeyleri silen, mobilyaları kaldırıp onların da altlarını temizlemeyle uğraşan bir kadın bize çok tanıdık gelir aslında. Belki o kadın annemiz, teyzemiz, komşumuz. Belki de biziz. Ama bu temizlik uğraşısı toplumsal cinsiyet rollerinden dolayı kadına atfedildiği için bunun bir psikolojik bozukluk olduğunu görmemiz çok daha zor olur. Tedavi edilmediği takdirde birçok başka rahatsızlığa da davetiye çıkarması yüksek bir ihtimaldir. “Bir anne çocuğu için ne kadar çok kaygılanıyorsa o kadar iyi bir annedir”. “Bir kadın dışarıda çalışıyor olsa dahi çocuklarını, evinin temizliğini ve yemeğini en iyi şekilde yapmayı ihmal etmemelidir.” Bu cümleleri doğrudan bu şekilde duymamış olsak bile içinde yaşadığımız kültürün kadına yüklediği sorumlulukların alt yazısı bu şekildedir. Bunlara bir de modern yaşamın zorluklarının yanında her şeye aynı anda eksiksiz yetişme telaşı sonucu anksiyete neredeyse kaçınılmazdır ve bundan en çok kadınlar etkilenmektedir. Bilimsel temelle kanıtlanamayacak bir argüman da bebek bakımının ve korunmasının evrimsel olarak dişilerin görevi olduğu için tehlikelere karşı bebeği savunmak sebebiyle anksiyetenin arttığı, dişilerin bu konuda daha ‘hassas’ olduğudur. Bu argümanın doğruluğuna inansak bile insan denen varlığı sadece biyolojik faktörlerle açıklayıp psikososyal faktörleri, özellikle de kültürü bu bakış açısına eklemezsek insanı kaçırırız. 


Özetle, kadınlarda anksiyete bozuklukları erkeklerden daha fazla görülür. Semptomları da daha şiddetli seyretmektedir. Bu farklılıklar yalnızca biyolojik bir temelle “Kadın ve erkekler doğuştan farklıdır” bakış açısından açıklayamayız. İnsanı oluşturan, fizyolojisiyle birlikte onun içinde bulunduğu sosyal çevre ve daha geniş bağlamda kültürdür de. 

Psikolog

Gizem Demir

Bal, U., Çakmak, S., & Uğuz, Ş. (2013). Anksiyete bozukluklarında cinsiyete göre semptom farklılıkları. Arşiv Kaynak Tarama Dergisi, 22(4), 441-459. Retrieved September 01, 2020, from https://dergipark.org.tr/tr/pub/aktd/issue/2206/29337.

Hantsoo, L., & Epperson, C. N. (2017). Anxiety disorders among women: A female lifespan approach. Focus (American Psychiatric Publishing)15(2), 162–172. https://doi.org/10.1176/appi.focus.20160042