8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Nedir?
Tekstil çalışanları olan kadınların süren grevleri arasında, çalışma şartlarının düzenlenmesi, çalışma saatlerinin düşürülmesi ve eşit haklara sahip olmaları için New York’ta, yürüyüş yapmalarıyla 8 Mart tarihe böyle geçmiştir. Fakat polislerce engellenen bu yürüyüş 50 sene sonra 1907’de 15.000 kadın katılımcıyla yine aynı amaçla ve ek olarak oy hakkı için New York’ta gerçekleşmiştir. İki günde planlanmasına karşın Kasım 1909’a kadar devam etmesiyle ilk uzun kadın grevi olmuştur.
Neticede 8 Mart kadınların yerel ve global anlamda verilen mücadeleleridir. Bu mücadele salt bir problemin konusu değildir. Çünkü kadınlar toplumda birçok yerde, zamanda ve konuda eşitsizliğe maruz kalmışlardır.
Dolayısıyla 8 Mart kutlamaları her kültürün birer yansıması olarak dünyanın her yerinden maruz kaldıkları eşitsizliklerin tepkisi ve hayatın sembollerini kullanarak farklılıklarla dolu ve umutlu olmaktadır. (Kurtoğlu, 2015).
Türkiye’de Kadının Çalışma Hayatındaki Yeri
Toplumsal değişimle birlikte kadınlara yenilenen ve dönüşen roller tanımlanmıştır. Bunlar kadınların eğitim hayatlarında ilerlemeleri, birçok sektörde çalışma fırsatlarının yaratılmasıyla kadının varlığını ortaya koymuştur. Ama yine de eski bakış açısı kadınların evin sorumluluğu altında kalması, dolayısıyla da iş yaşamında var olmasını engelleyebilmektedir. Kadınların çalışma hayatında engellendikleri bir başka nokta da aynı konumda çalışsalar bile erkeklerin daha fazla maaş almalarıdır.
Devlet ilişkileri bireylerin haklarını oluşturmada etkili olmakta ve aile sistemini, istihdam sağlama, eğitimde düzenlemeler, nüfus denetimi ve sosyal güvenliğin oluşmasını sağlamaktadır. Kadınların iş hayatında var olabilmeleri için yine başka kadınların yardımına ihtiyaç duymaktadır (kadın yardımcı veya kadının ailesinden yardım edecek bir kadın). Genel olarak erkek ev işlerinden sorumlu değildir. Ekonomik krizlerde çalışma hayatında işten çıkarmalarda akla ilk gelen cinsiyet kadın olmaktadır. Bunun nedeni ise “evin reisi” erkektir düşüncesidir. (Yılmaz, 2018).
Kadınlar açısından iş yaşamında birtakım düzenlemeler olmuştur. Bunlardan bazıları annelik izni, geçici iş görmezlik ödeneği, emzirme ödeneği, yarı zamanlı çalışma, emzirme izni, geçici iş ilişkisi, doğum borçlanmasıdır. (Yılmaz, 2018).
Sonuç olarak yarı zamanlı çalışmayla beraber,
Kadınların emekliliği ertelenmiş ve primlerinin yatırılması sürece uzatılmıştır ve kadına dayatılan annelik rolleri pekiştirilmiş ve yeni anne olan kadınların belirli bir zaman da olsa çalışma yaşamına katılmamalarına sebep olmuşlardır.
Türkiye’de iş yaşamına dair istatistikler sonucunda, kadınların çalışma hayatında yer almalarında artış olsa bile istenilen düzeyde değildir. Dolayısıyla bu yöndeki çalışmalara tekrar bakılmalı ve bu, iki cinsiyetin de istatistiksel manada eşit düzeye getirilmesiyle olmalıdır. (Yılmaz, 2018).
Toplumda Kadının “Annelik Rolü”
Toplumun anneliği kutsallaştırması, yapılması gerekli gibi gördüğü eylemleri empoze etme çabası anneliğin en büyük düşmanıdır. Buna şu cümleyle örnek verilebilir: “Ne de olsa annelik de bir iştir ve hatta genellikle herhangi bir işten daha değerlidir”. Çalışma hayatında annelik rolü dolayısıyla kadın, istenmemektedir. Birtakım hükümetlerin kadının çalışmasını engelleyen kanunları da bunu desteklemektedir.
Adetler, yaşama ve düşünme tarzları bile bireyin yaşamını etkileyebilmektedir. Bireyin yaşadığı bölge, coğrafi şekilleri, özellikleri ailelerinden aktarılan kültürel normlar gibi faktörler hayattaki seçimlerimize rehberlik etmektedir. Bütün bu toplumların kendine özgü “kutsal annelik” düşüncesi veya kuralları olsa da yaygın bir şekilde toplumca onaylanan annelik kavramına yönelik çok fazla kural ve beklenti mevcuttur. Birçok feminist ise anneliğin natural değil de salt toplum tarafından dönüştürülmüş sosyo-ekonomik etkilere göre değiştirilen kültürel bir faktör olduğunu belirtmektedir.
Bunlara ek olarak Holmes’ın incelemesi üzerine literatürdeki çalışmaların çoğu anne olmayanlar tarafından ele alınmış, annelik için yazılan eserlerin sahipleri anneler değildir. Dolayısıyla anne olmayanlar tarafından ele alınan bu yazılar var olmaya devam ettikçe annelik kavramı diğerlerinin etkisi altında olmaktadır. (Karaman ve Doğan, 2018).
Annelerle yapılan çalışmada sosyoekonomik, yaş, meslek ayrımı gibi faktörler olmaksızın, (tanıdık olsun olmasın) insanlar tarafından annelikleriyle ilgili olumsuz eleştiri ve sorgulamalarda bulundukları; birtakım müdahalelere de maruz kaldıklarını belirtmişlerdir. Çalışmadaki bir başka nokta ise annelerin çocuk sahibi olmak istememelerinin söz konusu bile olmadığı söylemleridir. Anneler eğitim seviyesi yüksek ve kariyer sahibi olsalar bile toplumun bu seçeneği eleştireceklerini düşünmektedirler. Dolayısıyla kişilerin anne ol(a)madıkları durumunda toplum tarafından kadının “eksik, yeterli olmayan, yeteneksiz” gibi birtakım söylemler altında oldukları düşünülmektedir.
Çocuk sahibi olan ve çalışan anneler, işi bırakıp evde çocuklarına baktığı zaman toplum tarafından “cefakar, vefakar” gibi sözcüklerle desteklenmiştir. Tam tersi durumda ise “açgözlü, bencil” gibi sözcüklerle dışlanmıştır. Sonuç olarak annelik geçmişten günümüze salt kadının kendisine özgü olmamış; topluma söz hakkı doğmuş, toplumun normlarının etkisi altında olduğu bir hale evrilmiştir (Karaman ve Doğan, 2018).
Psikolojik Bakış Açısıyla Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği
Adler geçmişte siyaset, din ve okullar bağlamında kadını düşük, erkeği yüksek olarak gören bu eşitsizliği ele alan ilk psikanalist kuramcıdır. Öncelikle eşitsizliğin nedeni ilk savaş çağlarında erkekler dışarda savaşırken toplum tarafından erkeğe güçlü, cesaretli gibi niteliklerin verilmesiyle, sonrasında da mal mülk işlerinin erkeğin kontrolüne geçmesiyle devam etmiştir. Toplumun iliklerine işleyen bu eşitsizlik normalleştirilerek tarih, dil, eğitim faktörleriyle de benimsenmiştir.
Bu eşitsizliğin en etkili yönünün doğal olarak cinsiyetin dil aracılığıyla rollerin artmasının oturtulduğunu savunmuştur. Bu roller erkeğin yüksek işlevli işlerde yer alması; kadının ise ev işleri, çocuk bakımı gibi işlerde yer alması olarak örnek verilebilir.
Analitik kuramcı bakış açısıyla eşitsizliğin sürmesinin bir faktörü olan ebeveyn-çocuk yani ailenin algıladığı bu eşitsizliğin çocuğa aktarılmasıyla dönen bir çark gibi olduğunu söylemektedir. Örnek olarak eşitsizliği benimsemiş bir ailenin erkek çocuğu kendisini “evin reisi” gibi görmekte, söz sahibi olmakta, evin diğer babası olduğunu düşünmektedir. Bu erkek çocuk ilerleyen zamanlarda kendi ve başka ailelerde de kadınların salt ev işlerinden sorumlu olduğu düşüncesini pekiştirerek devam ettirecektir.
Adler, kadın ve erkek arasındaki eşitsizliği ortadan kaldıramadığımız takdirde bu çatışmanın devam edeceğini belirtmiştir. (Sanberk, 2019).
Sonuç olarak kadınlar birçok alanda eşitlik mücadelesi vermektedir. Bu da aslında kadınların birçok alanda işlevsel olduklarını gösteren en büyük kanıt niteliğindedir. Erkeklerle aynı sıralarda eğitim almaları, aynı çalışma hayatlarını paylaşmaları ve aynı evde karşılıklı oturmaları da birçok alanda eşit olduklarını gösteren bir diğer kanıttır. Sadece bakmakla görmenin, anlamakla anlamlandırmanın ayrımına varıp adım adım merdivenlerini çıktığımızda, toplumun diline pelesenk olmuş, ruhuna işlemiş bu eşitsizliklerin farkına varıp bu eşitsizlikleri pekiştirecek davranışlarda bulunmadığımızda; eşitsizlik son bulduğunda, mücadele de son bulacaktır. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Kutlu Olsun.
KAYNAKÇA:
Karaman, E.D. ve Doğan, N. (2018). Annelik üzerine: kadının annelik kimliği üzerinden tahakküm altına alınması. Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi ve Elektronik Dergisi, 6(2), 1475-1496.
Kurtoğlu, A. (2015). 8 Mart dünya kadınlar günü hakkında kısa bir hikaye. FE Dergi: Feminist Eleştiri, 7(1), 78-85. 8 Mart 2020, Dergipark.
Sanberk, İ. (2019). Psikoloji Araştırmaları (1. baskı). Ankara: Akademisyen Kitabevi.
Yılmaz, S. (2018). Türkiye’de kadınların çalışma hayatındaki yeri ve sosyal güvenlik hukuku düzenlemeleri. Sosyal Çalışma Dergisi, 2(2), 63-80.