2019 yılının Aralık ayından beri insanlık tarihte tekerrür eden bir salgın süreciyle karşı karşıya kaldı. Başta sadece bizi, Türkiye’yi ilgilendirmeyen bir süreçmişçesine pandeminin merkezindeki insanların haline üzülüp, başımıza aynısının gelebileceğinden korkup veya tüm bu olanlara inanmayıp değişik duygu ve düşüncelerle de olsa henüz birebir gözlemleyip, deneyimlemediğimiz soyut bir kavram olduğundan pandemiyi göz ardı edip her zamanki ritüellerimizle 2020 yılına girdik.
Zaman tüm hızıyla akarken salgının kendini belli ettiği yerlerde insanların gündemi günden güne farklılaşıyor fakat belli etmediği yerlerde de insanlar günlük hayatlarına, gelecek planlarına, kalabalık bir sosyal hayatın içinde hem psikolojik hem de fizyolojik olarak varolmaya devam ediyorlardı. 2020 yılında Türkiye’de Mart ayı bireysel ve toplumsal olarak karantina sürecimizin başlamasının, çoğu kişinin ilk kez sokağa çıkma yasakları ile karşı karşıya kalmasının, ‘’home office’’ ve ‘’online eğitim’’ kavramlarının hayatımıza girmesinin ve tamamen farklı bir sosyal hayatla tanışmamızın temsili oldu. Mart ayından bu yana hayatımızda köklü değişiklikler ortaya çıktı. İnsan doğası gereği üretmek, iletişim kurmak, sosyalleşmek, bağ kurmak, gelişmek ve değişmek ister bu yüzden ‘’Dışarı çıkamıyorsam evde de ………. yaparım.’’ diye düşünerek, sosyal medya tabiriyle birçok ‘’meydan okuma’’ ortaya çıkardık. Sosyal medyada film, kitap, online eğitim paylaşımları çok öne çıkmaya başladı. Değişik tarifler denemeye ve üretmeye yatkınlığımız arttı. Uzun zamandır yapılması planlanan işler sıraya kondu ve bitirilmek üzere listede yer edindi.
Zaman geçtikçe yeni uğraşlar bulma isteği de arttı fakat zamanın getirdikleriyle birlikte içinde bulunduğumuz ve pek de alışkın olmadığımız bu pandemi süreci yavaş yavaş bazılarımızın elini kolunu bağlamaya başladı. Kimimiz karantinadan 1 hafta sonra, kimimiz ise 1 ay sonra yeni bir şeyler üretemez olduk, odaklanma sürelerimiz kısaldı, haftanın hangi gününde olduğumuzu unutur olduk, iş ve eğitim alanlarında normale göre yapmamız gereken işler çoğaldı, kimimiz işsiz kaldı, kimimiz hastalandı ya da bir yakınını kaybetti, endişe ve kaygımız her zamankinden çok daha fazla yokladı bizleri, sosyal medyada yaptığımız kitap paylaşımlardan sonra o kitabı okumaya mecalimiz kalmadı belki, üzgün ve tükenmiş hissetme halimizin süresi arttı ve her şeyden daha da önemlisi sanki bu duruma adapte olamayan bir tek kendimizmişiz gibi hissettik, hissetmeye başladık ya da başından beri böyle hissediyoruz ve bu his içten içe bize suçluluk duygusunu yaşatmaya başladı.
2020 yılının bitmesine çok az kalmışken ister istemez geçen bir yılımızı değerlendiriyoruz zihnimizde, hepimiz. Bu değerlendirme içinde yaptıklarımız ve güzel eylemlerimizi de barındırıyor olabilir pek tabii ama çoğunlukla yapamadıklarımız aklımıza geliyor; başaramadıklarımız, ertelemek zorunda olduklarımız, sıkışmışlığımız, öfkemiz, rutinimizi eskisi gibi devam ettirmeye olan özlem, -malı, -meli’ler… Ardımıza bakınca bunları gördüğümüzde duyacağımız suçluluk duygusu kulağa çok normal gelmiyor mu? Başkalarının bu süreci verimli geçirdiği fikri, biriktirdiği kitapları okuduğu, filmleri izlediği, makalelerinin yazma sürecini bitirdiği, evini değiştirdiği ya da sizin bu sürede yapmak istediğiniz ve yapamadığınız ama başkalarının yaptığı bir eylem olduğu fikri biraz suçluluk mu hissettiriyor sanki? Bana sorarsanız, evet. ‘’Daha iyi olabilirdim.’’, ‘’Neden bu süreçten bu kadar etkilendim, bir şeyler yapanlar nasıl yapıyor?’’, ‘’Hep erteleyip durdum, kendime gerekli motivasyonu yaratamadığım için bundan ben suçluyum.’’, ‘’Motivasyonumun olmayışı normal mi? Bir tek ben mi böyleyim?’’ ‘’Vaktimi daha iyi değerlendirmeliydim, aylar geçti hâlâ hiçbir işimi bitiremedim.’’ gibi daha birçok soru bize toplumun geri kalanından dışlanmış, yalnız ya da başarısız hissettiriyor, aklımızı kurcalıyor, zaten yaşadığımız acı ve üzüntüye bir yenisini daha ekliyor, böylece kendimizi suçluyoruz.
Suçluluk duygusu sosyal bir duygu olarak sınıflandığı için tüm bu soru ve hislerimize en güzel tercüman olacak duygu belki de (Söylemez et al., 2018). Nereden baksanız tüm dünyadaki insanlar fark ettirerek ya da fark ettirmeden, hiçbir sosyal sınıf, dini inanç, cinsel tercih, ekonomik statü gerektirmeksizin bu duyguyu aynı anda ya da farklı zamanlarda yaşıyor olabilirler. Peki bunu neden söylemek istedin şimdi, sanki biz bilmiyor muyuz? demiş olabilirsiniz, bunu söyleme nedenim 2020’yi uğurlarken talihsizliklerden ve olumsuzluklardan süregelen suçluluk duygusuna karşın kendinize karşı bir öz şefkat geliştirmenizi ve elbette geliştirmemi diliyor olmam aynı zamanda bu noktada öz şefkatin diğer insanlara davranışınız ve kendinize davranışınız arasında size bir karşılaştırma yaptıracak olması.
\"Öz şefkat nedir?\" diye soruyorsanız cevabını çok profesyonel ve kuvvetli bir isimle vermeye çalışacağım. Uzman Psikolog Zeynep Selvili Çarmıklı, Öz Şefkatli Farkındalık Eğitmeni, Öz şefkati şöyle tanımlıyor; ‘’Öz şefkat kişinin kendiyle dost olma becerisidir. Bunun ne demek olduğunu anlayabilmek için zor bir zamandan geçerken kendinize nasıl davrandığınızla zor bir zamandan geçen bir sevdiğinize nasıl davrandığınızı karşılaştırmak yerinde olur.’’ Bir başkası bize başarısızlıklarından, suçluluk duygusundan ya da herhangi bir olumsuzluktan bahsettiğinde onlara da kendimize davrandığımız kadar acımasız davranıyor ya da suçluyor muyuz? Çoğu zaman hayır (Zeynep Selvili, 2018). Bazen acılarımızdan, üzüntülerimizden, sıkıntılarımızdan, ve bize suçluluk hissettiren olaylardan sonra kendimize ‘’Bu zor anda kendime nasıl destek olabilirim?’’ sorusunu sorabilmek öz şefkat’in ilk adımı (Zeynep Selvili, 2018). Kristin Neff, öz şefkat bileşenlerini üçe ayırmış;
-Öz Nezaket,
-Ortak İnsanlık Hissiyatı,
-Bilinçli Farkındalık (Mindfulness).
İnsan öz nezaket ile kendine tıpkı sevdiği birine davrandığı gibi davranıyor, ortak insanlık hissiyatı ile ‘’Neden ben?’’ sorusunun yalnızlaştırıcılığından arınıyor, bilinçli farkındalık ile ise tecrübe ettiği olay, durum ya da hissi tecrübe ettiği zamanda fark etmeye eğiliyor (Zeynep Selvili, 2018). Psikoloji bilimi içerisinde pek çok farklı perspektifi barındırıyor, olaylara ve durumlara kimi zaman bilimsel, sosyal veya deneysel yaklaşıyor ve günün sonunda alan profesyonellerinin önerdiği ekoller, fikirler ya da yaklaşımlar insan hayatı için kurtarıcı oluyor. Öz şefkat’in hayat kurtarıcılığının çok yüksek olacağını düşünüyorum ve bu yüzden 2020 yılı biterken, öz şefkat kavramından yola çıkarak, acının olduğu her yerde, acıyı tattığımız her yerde kendimize destek olabilme koşullanmasını yaratmayı denemeye başlamamızın değerli olacağına inanıyorum. Kendimize zaman zaman bulunduğumuz şartlar altında güçlü ya da iyi olabilme şansını veriyorsak, güçlü ya da iyi olduğumuzu fark edince sırtımızı sıvazlayıp, kendimize destek oluyorsak; güçsüz olabilme, durgun olabilme, verimsiz olabilme, üzgün hissedebilme, şaşkın ve kararsız hissedebilme hakkını da benliğimize vermeli, karşılaştığımız bir acıdan sonra özümüze destek olma eğiliminde olmalıyız.
Yeni yılın insanlara bu eğilimi ve farkındalığı kazandırabilmesi, herkesin özüne daha çok önem verebilmesi ve şefkat gösterebilmesi dileğimle...
Kaynak:
Söylemez, S., Koyuncu, M., & Amado, S. (2018). Utanç ve suçluluk duygularının bilişsel psikoloji kapsamında değerlendirilmesi. Psikoloji Çalışmaları, 38(2), 259-288.
Zeynep Selvili. (2018). Retrieved December 21, 2020, from
https://www.zeynepselvili.com/