Kadın ruhu üzerinde otuz yılı aşkın çalışma yapsam da benim de bir cevap bulamadığım o müthiş soru halen duruyor: Bir kadın ne ister? 
 Sigmund Freud

 

    Kadın olgusu farklı alanlarda (çoğu zaman kadının fikrinin sorulmadığı durumlarda) konuşularak, kadın olmanın içinin boşaltılmaya çalışıldığı bir varoluş meselesi haline gelmiştir. Aile içinde kadın, özel hayatta kadın, iş hayatında kadın, sosyal hayatta kadın ve medyada kadın. Bu alanlarda farklı farklı varoluş senaryoları ile kadın olgusu, kadınların kendi tanımlamalarının dışında kalan söylemlerle var edilmeye çalışılmaktadır. Kadın dediğin böyle olmalı ile başlayan sözler bunun şahitidir. Oysa tıpkı mermere ince ince işlenen, zaman ve emek verilerek şekillendirilen bir imgelem gibidir; bir insan yaratmak dolayısıyla da bir kadın yaratmak. Her insan kendi eserini yani bir ben' i yaratır. Fakat kimi zaman sanatkar' ın eserini yontmaya çalışan, bunda da hakkının olduğunu düşünen seyirciler de mevcuttur. Hepsi farklı yerlerden şekil vermek isterler, belki de fikir vermek. Peki sanatkar bunu gerçekten istiyor mudur?  Sorunun asıl muhatabı olan kadın dahi varlığı ve istekleri konusunda kesin yargılarla konuşamazken, heykele şekil vermeye söz hakkı olduğunu düşünen izleyiciler sanatkar' ın ne istediğini nasıl bileceklerdir?

 

     Kadının tarihsel süreç içerisindeki rolü, onun çoğu zaman aldığı değil de ona verilmiş olan tanımlamaları ile kadının yeniden kendine dönmesi ve varlığına yönelik sorular sorması için bir katkı niteliğinde düşünülebilir. Bu sebeple, kadının cinselliği üzerinden sembolik olarak ayaklanması şeklinde ifade edilebilecek histeri kavramı, kadını en azından anlamaya çalışmak açısından önemli ve değerli bir psikolojik çıktı olacaktır.

 

Tarih Sahnesinde Kadının Adı – Aile Kültü

      İlk ateş yandı... İlkel insan ateşi bulduğunda ilk olarak yemeğini pişirmek istedi bir de bıçağını bilemek. İşte o zaman erkek olan mağarasından çıktı, avını yakalamak ve evine yiyecek getirmek için. Kadın olan ise çocukları ile ilgilendi ve erkeğinin yuvaya getireceği avı bekledi... Tarih sahnesinde yüzyıllar boyu erkek ve kadının görevleri bu arketiplerle şekillenmiştir: Erkek avlar, kadın sunar. Kadın varlığının aile olgusunun içerisinde şekillenmesi avcılık-toplayıcılık dönemine kadar uzanmaktadır. Fakat özellikle anaerkil bir aile sisteminden ataerkil bir aile sistemine geçiş ile kadının toplumdaki konumu keskin çizgilerle aile sınırlarının içinde yerini almıştır. Bingöl (2014)' e göre kadının yerinin aile ile sınırlandırılması yeni bir durum değildir. Dünya tarihinde özellikle medeniyetler tarihinde önemli bir yeri olan Antik Yunan medeniyetinde kadının konumu ve aile olgusu bugünkü yapının da mimarı pozisyonundadır. 

    Tarih, ayak izi gibidir. Öncekilerin gitmiş olduğu yol bilinirse, belki de o yolun şimdiki zaman insanına uygun mu değil mi farkına varılabilir ve değiştirmek için de başka yollar arama imkanı bulunabilir. Tarih sahnesinde aile kültü ile içi doldurulmaya çalışılmış olan edilgen kadın imgesi, tarihten alınan bilgiler ışığında revize edilebilir ve yeniden yön verilebilir.

Geçmişten Günümüze Psikanalitik Bakış ile Kadının Adı

       Geçmişi, yani ayak izlerini bilinçdışında arayan psikanaliz de tarih gibidir. Bilinçdışı kavramını merkezine almış, bilinç ile yani şimdi ile bir bağ/bağlantı kurmaya çalışan analiz süreci, kadın ve varoluşu ile ilgili kuruluşu itibari ile döneminin sıradışı söylemlerini dile getirmiş ve çokça da eleştiri almıştır. Freud ile başlayan bu kuram sığ bir cinsellik ve cinsiyet söylemine sahip olduğu, kadına yönelik ve kadın üzerinden eril dilin hakim olduğu bir kuram olarak algılanmıştır ve günümüzde de bu algı devam etmektedir. Psikanaliz ekolü içerisinde cinsellik ve ruhsallık üzerine tek bir görüşün olmadığı gibi kadına bakışın da tek bir görüş üzerinden olduğu kanısına varmak mümkün değildir. Her ne kadar kadınlık ve erkeklik kavramları cinsel organlar üzerinden ilk olarak fark edilmeye başlanıyor olsa da kadın ve erkek olmak biyolojik bir bakış ile değil simgesel bir anlam ifade etmektedir (Walker, 2002 Aktaran Kaygusuz ve Kalkan, 2012). Freud psikanalizin doğumunu sağlamış olabilir ama kuram içinde katı bir görüş olarak hakimiyet kuramamıştır.  Kaygusuz ve Kalkan (2012)' a göre penis imrenmesi olarak geçen (kadının erkeğin cinsel organına, ona sahip olamadığı için duyduğu haseti ifade eden kavram) cinsiyetin gelişimi temeli üzerine kurulu bu kavram psikanaliz içindeki kadınlar tarafından sert eleştirilere maruz kalmıştır. Bu kadınlardan biri de Karen Horney' dir.  Horney biyolojik temeller yerine kültürel  yapının etkisi ve önemi üzerine durmuş olan bir analisttir. Bu katkıları ve Freud ile olan çatışmaları ile geliştirdiği teorileri ile feminist teorilerin ve kadının aile içindeki konumunun yeniden ele alınmasında etkili olmuştur. Psikanaliz sadece Freud ile var olan bir  kuram değildir fakat Freud' un kadın olgusu üzerine belki  de sarsıcı olarak ifade edilebilecek katkısı histeri kavramını ele alış biçimidir.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                         

 

Kadının Simgesel Varoluş Ayaklanması – Histeri

     Husterikos. Doyumsuz bırakılmış döl yatağı. Tarih sahnesinde Hipokrat öncesi döneme kadar uzanan histeri kavramı Hipokrat ile birlikte kötü ruhların sebep olduğu bir hastalık değil, kadının döl yatağının yani rahminin doyumsuz bırakılması ve bunun da tüm bedenini dolaşması sonucu oluşan hastalık belirtileri olarak ortaya çıkmıştır. Dogmatizm' in hakim olduğu Karanlık Çağ' da şeytan ile ilişkili olduğu ve bu sebeple de kadınların cezalandırıldığı bir dönemden bilimsel olarak tanımlanmasının gerçekleştiği döneme geçişi Franz Anton Mesmer' in çalışmaları ile gerçekleşmiştir. Yine bilimsel alanda bu kavramın ilerlemesi ise Jean-Martin Charcot ile mümkün olmuştur (Öztürk ve Uluşahin 2011, Roudinesco, 2016; Aktaran Köybaşı 2020). Rahim ile ilişkilendirilmiş bu hastalık günümüze kadar dolayısıyla kadın ve onun cinsel doyumu ile ilişkilendirilmiştir. Fakat bunun kadınların sözel yol ile değil de somatik olarak ifade ettiği bir başkaldırı mı olduğu sorusuna Freud' un hayatını kaleme almış olan Roudinesco (2016) tarafından  Charcot' un yeni bir histeri anlayışını getirebilmesinin tek nedeni, histerinin tüm Avrupa' da kadınların patriyarkal iktidara karşı giriştiği iktidarsız isyanın ifadesi haline gelmiş olmasıdır şeklinde aktarılmıştır (Köybaşı, 2020: 205). Freud' un da o dönemde Anna O. vakası ile histeri üzerine yapmış olduğu çalışmalar ve analizleri sonucunda aslında kadının cinselliği üzerinden simgesel olan ayaklanmasını ön plana çıkarmıştır. Bunu histeri hastalarının aslında çocukluk döneminde cinsel travmaya maruz kalmış olan kadınlar olduğunu ifade ederek bir dönemin gizil kalmış yanını ortaya çıkararak gerçekleştirmiştir. ''Freud, bu dönemde kendisi ve hastalarına yönelen tüm eleştirilere yanıt verir ve hastalarını savunur. Bu aşamada Freud’un hastalarla, kendi kuşağındaki hekimlerden farklı bir iletişim kurduğu söylenebilir. Freud, hastalarını dinlemenin ve anlamaya çalışmanın önemini keşfetmiştir ancak bunun da zaman zaman ağır bedelleri olmaktadır'' (Roudinesco, 2016 Aktaran Köybaşı, 2016: 206).

 

      Ayağa kalkabilmek için bazen bir itici güce ihtiyaç duyulur. Bilerek ya da bilmeyerek, dolaylı veya doğrudan kadını ele alan her yapı, teori bir şekilde onun varoluş mücadelesinde itici güç niteliğinde olmuştur. Bu itici güçten biri psikanaliz ve onun ile özdeşleşen Sigmund Freud olabilir. Yaşamının neredeyse tamamını kadın ve varoluşunu anlamak üzerine adamış olan; bunu da özellikle çocukluk dönemindeki ve özel hayatındaki kadınlarla ilişkilendirerek çatışmalı bir geçmişin içinde aramış, psikanalizin kurucu babası olarak bilinen Freud bile bir kadının ne istediğini bulamadığını ifade etmiştir. Dolayısıyla katkıları ve eleştirilen yönleri ile Freud ve onun kuramı aile kültünün varlığına rağmen kadını ve verdiği mücadeleyi en azından anlama çabasına girmiştir ve diğerlerine de anlamaları ve irdelemeleri için imkan sağlayan yanı ile kadın mücadelesine bir etkisinin olduğunu söylemek pek de yanlış sayılmaz.

 

Kaynak:

Bingöl, O. (2014). Toplumsal cinsiyet olgusu ve türkiye' de kadınlık. Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, (3), 108-114.

file:///Users/mac/Downloads/10.18493-kmusekad.36760-107207%20(4).pdf

Kaygusuz, C. ve Kalkan M. (2012). Kadına yönelik şiddete psikoloji içinden bakmak. ULUSLARARASI KATILIMLI KADINA VE ÇOCUĞA KARŞI ŞİDDET SEMPOZYUMU BİLDİRİ KİTABI 1. Cilt, 108-114.

https://tinyurl.com/ybv9z447

Öztürk, M. O. ve Uluşahin A. (2011). Nevrotik, stresle ilgili ve somatoform bozukluklar. Ruh Sağlığı ve Bozuklukları - cilt I Yenilenmiş 11. Baskı. Ankara: Tuna Matbaacılık Sanayi ve Ticaret.

Putgül Köybaşı, G. (2020). Histeriden oedipus' a freud teorisinde kadınlık ve cinsellik. Madde, Diyaletik ve Toplum, 3(3), 203-212.

https://tinyurl.com/2p9kxrep

Roudinesco, P. (2016). Kendi Çağından Bizim Çağımıza Sigmund Freud, (N.Demiryontan, Çev.). 

İstanbul: Metis Yayınları.

Walker, L.E.A. (2002). Psychology and battered women’s movement. Journal of Trauma Practice, 1, 1, 81-102.